Hayatta gözlemlediğimiz bazı şeyler vardır. Mantık çerçevesinde çok açıklayamayız, bununla beraber nasıl olduğuna da hayret ederiz. Meselâ bereket gibi... Bazen çok büyük miktarlar bize yetmezken, gün gelir çok az bir miktarla çok fazla şey elde ettiğimizi görürüz.
Modernitenin insanlığa yaptığı en büyük kötülüklerden biri, bereket kavramını unutturmasıdır bence. Pozitivist anlayışın gereği, gözle görmediğine inanmayan, aklı gözüne inen insanlar için manevî kavramlar bir şey ifade etmiyor. Her şeyi maddede arayan gözler, bereketteki çoğalmayı idrak edemiyor. Bu anlayışın uzantısı olarak dindar kesimde de bereket neredeyse unutulmaya yüz tutmuş bir değer haline geliyor. Zira paraya tahvil edilemeyen herşeyin değersiz addedildiği günümüzde, mânâ âlemi ve onun kavramları da büyük bir değer kaybına uğramış durumdadır maalesef.
Bereketin unutulması, tüketim açlığı içinde olan ve bunda sınır tanımayan anlayışın sonuçlarından biridir aslında. Eskiden ihtiyacı kadar üreten insanlık artık üretebildiği kadar çok üretiyor. Modern insan bir taraftan tüketmek için üretirken diğer taraftan üretmek için tüketiyor. Ve bu üretim tüketim kısır döngüsü içerisinde her türlü insânî ve ekolojik tahribat göze alınırken, bereket buhar olup uçuyor. Zira israfın olduğu yerde bereket durmuyor. Bereketi elde edebilmek için iktisat etmek gerekiyor.
“Neyle yaşıyorsun?” suâline “Ben, iktisat ve bereketle yaşıyorum” diye cevap veren Bediüzzaman’ın hayatına baktığımızda da bereketin çok önemli bir yer kapladığını görürüz. Nitekim onun, talebelerine yazdığı mektuplarda ‘Aziz, sıddık ve mübarek kardeşlerim’ gibi tabirlere sıkça rastlanır. Mübarek kelimesiyle bereket kelimesinin aynı kökten türedikleri düşünülünce, bu hitabın anlamı daha bir derinleşiyor.
Bereket, sadece maddî değerlerle, hatta genel mânâda anlaşıldığı gibi sadece gıda maddeleri ile sınırlı birşey de değildir aslında. Bediüzzaman ‘Maddî ve mânevî rızkımıza bereket ihsan et!’ diye duâ ederken bereketin manevî rızıklarda da söz konusu olduğunu hatırlatır. Yani bereket, zamanda huzurda, mutlulukta, sevgide, kanaatte, ilimde, tefekkürde, kısacası hayatın maddî olmayan alanlarında da var olan bir durumdur.
Meselâ günümüzde insanlar vakit yokluğundan ve de yoğun olmaktan sıkça şikâyetçi olurlar. ‘Çok yoğunum’, ‘Hiç zamanım yok’, ‘Vakit bulamıyorum ki’, vb. cümleleri çok sık duyarız. Hatta yeri geldiğinde biz de kullanırız. Sahi, zaman farkında bile olmadan ne kadar da hızlı geçiyor değil mi? Sakın bunun sebebi zamanın bereketinin kalkması olmasın.
A’raf Sûresi’nde şöyle bir âyet geçer: ‘Eğer o ülkelerin ahalisi iman edip Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden bereketler açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazanageldikleri nedeniyle cezaya çarptırdık.’1 Günümüzde de hızlı yaşayarak, koşturarak, hayat gayesini unutan insanlığa Allah zamanın bereketini kaldırarak ceza mı veriyor acaba? Nitekim bir hadiste şöyle buyrulur: ‘Zaman yakınlaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bu yakınlaşma öyle olur ki, bir yıl bir ay gibi, ay bir hafta gibi, hafta da bir gün gibi, gün saat gibi, saat de bir çıra tutuşması gibi (kısa) olur.’2
Modern insan teknolojik gelişmeler ile belki çok zaman kazanıyor ama ürettiği bu boş zamanı, yine boş işler peşinde çılgın bir şekilde tüketerek anlamsızlaştırıyor. Boş zamanlar, boşa geçen zamanlara dönüşüyor. İnsan ömrünün süresi uzuyor ama ömrün bereketi azalıyor.
Antoine de Saint Exupéry “Küçük Prens” adlı eserinde Küçük Prens’in bir seyahatinden bahseder:
“Günaydın...” dedi Küçük Prens.
“Günaydın...” dedi satıcı.
Susuzluk giderici hapların satıcısıydı bu. Haftada bir hap alındı mı, susuzluk diye bir şey kalmıyordu geriye.
“Bunları neden satıyorsun?” diye sordu Küçük Prens.
“Vakitten kazanılsın diye...” dedi satıcı, uzmanlar ölçüp biçtiler. Haftada elli üç dakika kazanılıyor.
“Bu elli üç dakikada ne yapılır ki?”
“Gönlün ne çekerse...”
“Ben” dedi Küçük Prens kendi kendine “Gönlüm çektiğince harcayacak elli üç dakikam olsaydı, bir çeşmeye doğru ağır ağır yürürdüm...”
Hayatın sakin ve geniş aktığı zamanlar geride kaldı artık. Yakın zamanda çıkan haberlerden birinde insan ömrünün uzadığı müjdesini veriyordu tıp bilimi. Bir de ömrün bereketinin arttığının müjdesini verebilseydi keşke. Bu gidişle her şeyi hazır hap gibi tüketmeye alışan insanlar için günün birinde bereket üreten ilaçlar da bulunur belki (!)
Ömrümüzün bereketini artırmanın yolu, hayatımızı iman ile hayatlandırmaktan, farzları yerine getirerek zinetlendirmekten ve günahlardan kaçınmak sûretiyle muhafaza etmekten geçiyor. Modern hayatların bereketsiz zamanları ancak bu şekilde anlam kazanabiliyor. Zira dünya durmuyor geçiyor ve bereketli bir ömür uzun bir ömürden çok daha fazla anlam ifade ediyor.
Dipnotlar:
1- A’raf Sûresi, 96
2- Tirmizi, Zühd 24, (2333)
26.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|