Biz yazarlarda alışkanlıktır, çok kitap okuduğumuzu ve bir o kadar da düşündüğümüzü ve dahi çok şey bildiğimizi ima eden yabancı menşeli bir roman ismiyle veya konusuyla başlarız bazen yazılarımıza. Amaç kendi fikirlerimizi daha fazla kabul görür hale getirmek ve okuyucuda güven hissi uyandırmaktır.
Biz de bu haftaki “Bu oyunu görmüştük” ya da “Aynı oyun” türünden başlıklar bayatlamış olduğundan Madrid doğumlu yazar/romancı Julia Navarro’nun Türkçemize Bülent Levi tarafından çevrilen “Kutsal Kefen” romanından bahsederek gireceğiz. Böylece sıradan bir yazar olmadığımızı da ima etmiş olacağız (!)
Romanın arka kapağında “Urfa’daki sır” ara başlığının altında şu açıklamalar yer almaktadır: “Çarmıhtan indirilen İsa keten bir beze sarılır. Üzerinde mucizevî bir biçimde İsa’nın görüntüsü beliren bu kefen, Hıristiyanlık tarihinin en önemli kutsal emanetlerinden biri olur ve Kudüs’ten başlayan iki bin yıllık yolculuğu boyunca tarihsel bir çok gizemin odağında yer alır. Urfa’yı, bu Anadolu şehrini İtalya-İskoçya-İspanya-Portekiz-Amerika hattına bağlayan iki bin yıllık sır ne?”
Roman, merak uyandırıcı bu sorularla kafasına çengel attığı okuyucularını uzun bir sırlar serüvenine sürükler. Asıl sürükleyici romanı aslında kaç yıldır ülkemizde yaşayarak okumaktayız. Malatya-Kudüs-İtalya-Amerika-Fransa veya Trabzon-Kudüs- Amerika-İngiltere-Ankara- Selanik-Kudüs-Amerika-Moskova-İtalya-İngiltere- Fransa şeklinde bağlantılı çok romanlar, hikâyeler çıkaracak, nice senaryolar üretecek hatlar mevcut aslında.
Son Malatya katliâmı, Şemdinli-Kahramanmaraş- Trabzon-Sivas hattından gelen bağlantıları ima ettirdi yine. Kökü dışarıdaki merkezlere bağlı olduğu hususu elbette senaryoya heyecan katan unsurlardan sayılabilir. Halkın “Biz bu oyunu bir yerlerden hatırlar gibiyiz” diye yorumladığı bir oyun sergileniyor.
Ülkemizin AB, Irak, İslâm dünyası gibi dışarıda; cumhurbaşkanlığı seçimi, 301. maddenin ilga edilmesi, kamusal alan, din ve vicdan özgürlüğü gibi içerde çok önemli dönemeçlere doğru yaklaştığı hengâmlarda birden bire, birbirini bitmeyen televizyon dizileri gibi izleyen bir takım oyunlar, şok edici olaylar vukua gelir. Olaylara göre manşet belirlenir ve hatta ideâl manşetlere göre olaylar olur ve oluşturulur. Toplum mühendislerinin çok güzel ve çok başarılı projeleri vardır bu alana yönelik olarak. Yeri gelince “Dindar vahşet, Yobazlık vahşeti” gibi manşetlere göre; zamanı gelince “Çanlar kimin için çalıyor?”, “Tehlikeli Yükseliş”, “Vatan Tehlikede”, “Dur diyen yok mu?” şeklindeki başlıklara göre olaylar tesadüfmüş gibi ortaya çıkıverir. Kamuoyu bir yönden bir başka yöne sevkedilebilsin diye atmosfer basıncı artırılır. Taneler yere serilmiştir. Artık ‘yem’e gelecek kuşlar beklenir. Bu böyle sürüp gider.
Danıştay saldırısı, Rahip Santoro suikastı, Hrant Dink cinayetinden sonra şimdi de Malatya katliâmı. O. S.’nin “Gel beni yakala” cinsinden göstere göstere “Bizi yakalayın” dercesine ceplerde mektuplar, notlar, açık adresler. Kusura bakmayın aziz okuyucularım her olaydan sonra bu tip yaklaşımlarla olaylara bakmaktan biz yazarlar bıktık. Ama bu, malzemeleri bitmiş, ellerindeki kartları tükenmiş karanlık odaklar aynı oyunu temcit pilavı gibi kamuoyunun önüne sürmekten bıkmadılar. Bereket versin halk bunca tecrübelerden sonra aynı tuzağa düşmüyor. Sakin sakin bekliyor. Her “şok” edici olay sonrası “şok edici, tüyler ürpertici” manşetlere rağmen millet galeyana gelip ortalığı birbirine katmayınca malûm çevreler ve odaklar çaresizliğin verdiği telâş ve korku içinde bilinçsizce yeni yeni kumpaslara başvuruyorlar. Sonunda akrebin kendi kendini zehirlemesi gibi, an gelecek intihara yeltenecekler ama ne zaman Allah bilir. Bekleyelim, görelim.
Netice-i kelâm kutsal kefenler, kutsal sahiplerini bekliyor.
*
Geçen Cumartesi günü Hakkın rahmetine kavuşan Ali Mutlu Ağabeyim için yakınlarına taziyetlerimi sunarım. Kayseri’deki bütün nur kardeşlerimin ve hepimizin başı sağolsun. 19 Nisan Perşembe günü hatim yapıldı. Ruhu şad olsun.
21.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|