Fitneye karşı Ensar çağrısı-6
Mekke'deki müşriklerin şerrinden, zulmünden kaçarak Medine'ye hicret eden Resûl–i Ekrem (asm) ve sahabileri, orada Müslüman din kardeşleri tarafından kemâl–i muhabbetle ve tam bir muavenet ruh ve şuuruyla karşılandılar.
Mekke'den gelen Müslümanlar muhacirdi. Medine'deki Müslümanlar ise, onlara kol kanat gerdiler ve hakikî kardeşlik duygularıyla sahip çıktılar. Onlara her bakımdan yardımcı oldular. Hz. Peygamber'in (asm) tavsiyesine uyarak, muhacir kardeşleriyle hemen her şeylerini paylaştılar. Din kardeşlerini mallarına, mülklerine dahi ortak ettiler.
Bu durum karşısında, gerek müşriklerin ve gerekse münafıkların yapabileceği bir şey kalmıyordu. Fitnekâr çabaları boşa çıkıyordu.
İşte, bugünün Müslümanlarının da, herbiri bir hakikat ve istikamet yıldızı olan sahabeleri örnek almaları, onların yardımlaşma ahlâkıyla ahlâklanmaları gerekiyor.
Tâ ki, bu zamanın zındıkları ve dessas münafıkları da sukût–u hayale uğrasın ve her türlü menfî çabaları boşa çıkartılsın.
Böylesi bir hizmet ve gayret, günümüz şuurlu iman sahipleri için en büyük bir kahramanlık olsa gerektir.
* * *
Değişik vesilelerle, zaman zaman ülkemizin çeşitli beldelerine, bölgelerine gidiyoruz. Şarkî Anadolu, Garbî Anadolu vilayetlerine seyahatlerde bulunuyoruz.
Bakıp görüyoruz ki, bu vatanda yaşayan hemen herkes ya muhacir, yahut da ensar konumundadır.
Bilhassa, İslâmî hayatın yeniden inkişafı için hayatını ve herşeyini feda eden Üstad Bediüzzaman ile hâlis talebeleri de, tam bir ensar–muhacirin ruh ve şuuruyla birbirlerine sahip çıkarak karşılıklı muavenette bulunmuşlardır.
Sıddık ve Mübarek Süleymanlar, Santral Sabriler, Hafız Ahmetler, Hafız Aliler, Asımlar, Hulûsîler, Re'fetler, Feyziler, Tahirîler, Sungurlar, Zübeyirler, vesâireler, bütün hâlis, sâdık, kahraman Türk gençleri, diyâr diyâr gurbetlik yaşayan Üstad Bediüzzaman, yahut Garibuzzaman'ın etrafında haleler, kaleler gibi durmuş, hayatlarını müşterek nur hizmetine fedâ etmişlerdir.
İşte ey Kürt menşeli kardeşler! Bunlar gibi yüzlerce, binlerce Türk kardeşlerin aziz hatırası ne kadar zikredilip yâdedilse, yine az gelir.
Tam bir fedaî gibi Nur hizmetinde bulunan bu kahramanları, zalimane hiçbir baskı caydıramadı. En dehşetli propaganda faaliyeti, onları yolundan caydıramadı; hatta, onları tereddüde dahi düşüremedi.
1925–60 yıllarında olduğu gibi, bugün de bizlere lâzım olan, o ihlâslı kahramanların ahlâkına, anlayışına, iradesine sahip olmak, onların sebatkâr tavrını aynen sergilemeye çalışmaktır.
* * *
Şükürler olsun ki, o "saff–ı evvel"de bulunanlara benzer kardeşane yaklaşımlar bugün de devam ediyor. Aynen ve hatta artarak devam etmeli. Zira, buna şiddetle ihtiyaç var.
Evet, memuriyet gibi tayinlerle, nakillerle, iş veya evlilik sebebiyle, yahut da güvenlik gerekçesi gibi daha başka muhaceretlerle, pekçok insanımız ya Şark'tan Garba, ya da Garb'tan Şark'a gitmiştir.
Dolayısıyla, hemen hepimiz, ya muhacir veya ensar durumunda kalmışız. Hamdolsun ki, birbirimize sahip çıkıyor ve muavenet düsturuna riayet etmeye çalışıyoruz.
Fakat, bazan bu hizmette zayıf veya kifayetsiz kalabiliyoruz. Bulunduğumuz ortam ve çevrelerde, bazan bir Türk, yahut Kürt kardeşimiz, ırkçılar tarafından tahkir veya tezyif ediliyor. Unsuriyet damarına basılarak, aksi tesirler uyandırılmaya çalışılıyor.
İşte, bilhassa bu gibi durumlarda Nur talebelerine büyük vazife düşüyor. Vazife de şudur: Böylesi durumlarda, herbir kardeşin ensar ruhuyla öne atılması ve diğer din kardeşini müdafaa etmesi gerekiyor. Tâ ki, hem unsuriyet damarları depreşip kabarmasın, hem de sahabe mesleğinin gereği olan din kardeşliği hayat bulup inkişâf etsin.
Bugünün sosyal fitne ateşini, ancak bu sûretle söndürmek mümkün.
Ne mutlu, bu fitne ateşini söndürmeye ve muhtemel yangınlara karşı teyakkuz vaziyetinde bulunmaya çalışanlara...
GÜNÜN TARİHİ 21 Nisan 1938
Pakistan'ın M. Akif'i: M. İkbal
Pakistan'ın millî şâiri Muhammed İkbal, Hakk'ın rahmetine kavuştu.
Birçok yönüyle Mehmed Akif'e de benzetilen İkbal, 1873'de Pakistan'ın Pencap eyaletinde dünyaya geldi. Ailesi dindar ve tasavvuf ehli kimselerdi. Bu sebeple, onun ilk eğitimi Kur'ân–ı Kerim oldu.
Daha sonra medresede eğitim görmeye başladı. Arapça ve Farsça dersler aldı. Edebiyatla yakından ilgilenmeye koyuldu.
Lahor'da yüksek tahsilini tamamladıktan sonra, Doğu Dilleri Fakültesine hoca olarak tayin edildi. İlk şiirleri de bu dönemde yayınlanmaya başladı.
Bilâhare İngiltere'ye gitti. 1905'de Londra'daki Chambrich Üniversitesi'nin felsefe ve iktisat bölümünden mezun oldu. Londra'da üç sene kadar kaldı. Burada Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesinde hocalık yaparken, bir yandan da İslâmî konularda konferanslar verdi.
Buradan da Almanya'ya giderek, Münih Üniversitesi'nde felsefe dalında doktora yaptı.
1908'de ülkesine döndüğünde, yazı ve şiirlerine hayranlık duyanlar tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı.
Hürriyet ve bağımsızlık üzerine yazdığı coşkulu şiirler, Hindistan'daki İngiliz sömürgesi olmuş Müslümanların intibaha gelmesine vesile oldu.
Aynı heyecan dalgası, Pakistan'ın kuruluşuna ve bağımsızlığına da büyük hizmet etti. İkbal, bilhassa bu yönüyle M.Akif'e çokça benzetilmiştir.
21.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|