Sabah haberlerinde sıra ekonomi haberlerine geldiğinde, standart olarak söylenen cümlelerden biri şöyle başlar: Dolar güne şu değerden başladı, altın şu kadar, borsa düşüşte, vs. Ekonomi merkezli günümüz hayatında bu tür haberler ister istemez birçoklarının da ilgisini çekiyor. İnsan geniş dairedeki haberleri, ekonomiyi, doların güne ne kadardan başladığını, euro/dolar paritesini, vs. merak ediyor ama acaba kendi hayatında güne nasıl başladığının ne kadar farkında?
Bu sabah namaza kalkabildik mi meselâ? Güne namazla mı başladık? Yoksa namazı kaçırmakla mı? Hadiste, iki rekat sünneti, dünyadan ve dünyada olan şeylerin hepsinden daha hayırlı olduğu1 belirtilen sabah namazını kılıp kılmadığımız, hatta daha da ötesi namaz tesbihatını yapıp yapmadığımız, doların, borsanın ekonominin seyrinden daha fazla önem arz edebiliyor mu hayatımızda?
Yakın zamanda TV uzaktan kumandasının mucidi Robert Adler hayata veda etti. İlginç olan şu ki, kendisi hiç TV seyretmeyen birisiymiş. Zaten TV seyretseydi icat yapmaya vakti olmazdı ya. Kendisi pek kullanmasa da, kumandayı icat ederken, insanlığın hayatına bu kadar etki edeceğinin farkında mıydı acaba? Zira kumandalı hayatlar başladığından beri hayata başlama, hatta hayatı yaşama biçimimiz de değişti. Meselâ TV kumandası olmasaydı belki insanlar bu kadar çok düşkün olmazlardı TV’ye. Kalkıp kanal değiştirmek, sesi açmak vs. zor gelirdi de vazgeçerlerdi belki TV önünde gereksiz vakit israfından. Namazlarını reklâm aralarına veya dizi sonralarına ertelemezlerdi. Namazı bitirir bitirmez diziyi veya spor programını kaçırmamak için TV önüne koşturmazlardı. Komşularla daha çok vakit geçirebilirlerdi. En azından apartmanlarında kimlerin yaşadığından haberleri olurdu. Dizilerdeki sanal karakterlerin aşk hayatlarına üzülmek yerine kendi günahlarına üzülürlerdi. İnsanlığımıza hizmet etmeyen, suçu özendirici, batılı tasvir eden haberler yerine kâinattan haberlere dikkat kesilebilirlerdi. Aile bireyleri TV ekranına odaklanmak yerine birbirlerinin yüzlerine bakarlardı. Bütün bunların sebebini tamamen TV kumandasına veya TV’ye yüklemek insafsızlık ve mantıksızlık olur elbette ama kumandalı hayatın bunlarda önemli bir payı olduğu kanaatindeyim.
Bazı esaretleri insan özgürlük gibi algılıyor. Veya esarete öylesine alışıyor ki, özgürlük kendisine tuhaf geliyor. Özgürlüğün Bedeli adlı bir eserde, Brooks adında biri yıllarca hapishanede kaldıktan sonra özgürlüğüne kavuşur. Ancak yıllar sonra kavuştuğu özgürlük ona anlamsız gelir. Esarete alışmıştır çünkü. Her şey için izin isteme zorunluluğu hisseder meselâ. Özgürlüğü anlamsız bulur. Alıştığı hayata yani esarete dönmek daha iyidir ona göre. En sonunda özgürlüğe alışamayıp, geride ‘Brooks was here’2 yazılı bir not bırakarak intihar eder.
Brooks’un alışkanlığından ötürü esareti daha anlamlı ve güzel bulması gibi, bazı esaretler de bize daha mı güzel geliyor acaba? TV karşısında geçirilen saatlerde mânen intihar etmiş olmuyor muyuz? Gözümüzün nuru kaçmıyor mu? TV kanalları arasında kumandayla özgürce program seçtiğini düşünen insanlar aslında nefsin esareti altına girmiş olmuyorlar mı? Görünen bir özgürlük perdesi altında, özgürlüğün esareti yaşan mıyor mu sizce de?
Bir şarkıdan şöyle sözler hatırlıyorum:
Ama fazla da üzülme hayat bitiyor bir gün
Ayrılıktan kaçılmıyor
Hem çok zor hem de çok kısa bir macera ömür
Ömür imtihanla geçiyor.
İmtihanla geçen şu kısa ömürde özgürce yaşayabilmek ve imtihanı kazanabilmek için nefsin esaretinden kurtulmaya ne dersiniz? Zira gerçek özgürlük Allah’ın rızasını kazanmadadır. Gerçek özgürlük, bir secdede ya da bir iftar sofrasında acziyetini hissetmektedir. Sözde özgürlüğün esaretinde değil.
Dipnotlar:
1- Müslim, Misâfirîn, 96, 97; Tirmizî, Salât, 190
2- Brooks buradaydı
14.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|