Eskimez eskilerin, atalarımızın bir sözüdür “Doğmamış bebeğe don biçilmez!”
Ölüm gerçeğini sıklıkla unutan, emellerini olabildiğince geniş tutan asrımız insanı ise her konuda olduğu gibi bebek ve ihtiyaçları konusunda da aceleci, sabırsız. Daha doğmadan hazırlanan bebek çeyizlerinin ağırlığı, anne babanın kesesinin hafifliğine inat gün geçtikçe artıyor…
Oysa ki bebeklerin her şeyden ziyade bol bol anne baba sevgisine ihtiyacı var!.. Zaten o kadar hızlı büyüyorlar ki, bebek çeyizlerini neredeyse 5-6 çocuk daha kullanabilir…
Geçtiğimiz hafta 8-11 Şubat tarihleri arasında düzenlenen Bebek ve Çocuk Fuarını gezerken, o rengârenk, ışıltılı, çocuk sesleriyle şenlenen ortam bunları düşündürdü…
Tüketim üzerine yapılan araştırmalara göre çocuklar, aile içinde yapılan harcamalarda çok büyük bir paya sahip. O kadar ki, daha doğmadan aile ekonomisinde söz sahibi oluyorlar.
Ülkemizin 0-14 yaş aralığında 24 milyon çocuğa sahip, en genç nüfuslu ülkeler arasında yer aldığını düşünürseniz aktif bir pazar…
İhtiyaçların sınırı yok, bitmiyor. Eldeki ise belli…
Tamam, çocukların içinde doyurulmamış bir ukde, özenti kalmamalı, ama ninelerimizin tabiriyle “Ele güne de muhtaç olmamalı.”
Peki bu denge nasıl sağlanacak?
Elbette ki, kanaat ve iktisatla…
Anne babalar tüketimde heveslerine değil, akıllarına tâbi olmalı ki, çocuklar da onların hallerinden ders alabilsin.
Görülen o ki, kanaat ve iktisat, önümüzdeki günlerde de her zamanki önemini muhafaza edecek! Hadiste “İktisat eden maişetçe aile belâsı çekmez!” öğüdü boşuna verilmiyor!
Toprağın babası!
Hz. Ali (ra) ve Hz. Fatıma’nın (ra) evlilikleri, Asr-ı Saadetten günümüze her dönemde meyveleriyle dünyamızı nurlandırmış köklü bir ağaç gibi olmuş adeta… Bu evlilikten dünyaya gelen nurânî meyveler dünyanın yüzünü yaşadıkları bütün zamanlarda iman hakikatlerinden yansıyan güzelliklerle donatmışlar.
Bu muhteşem aile ile ilgili geçenlerde okuduğum anekdotları sizlere de aktarayım. Aile içi iletişimle de ilgisi olan bu ibretli tablolar, hikmetli sahneler bakalım size neler düşündürecek?
* * *
Her ailede yaşanan ufak tefek anlaşmazlıklar onlarda da olduğunda, olay kimi zaman Peygamberimizin hakemliğiyle tatlıya bağlanırdı. Böyle zamanlarda Hz. Ali bir şey söylemez, sadece bir parça toprak alarak başının üstüne koyardı. Hz. Peygamber bu toprak parçasını gördüğünde durumu anlar “Neyin var ya Ebû Turab! Ne olduğunu Allah bilir!” derdi. (Buhârî’den…)
Hz. Peygamber (asm) bir gün kızı Fatıma’nın evine geldi. Hz. Ali’yi (ra) evde bulamayınca, “Amcanın oğlu nerde?” diye sordu.
Fatıma: “Aramızda bir şey geçti, beni kızdırdı. Bu yüzden gündüz uykusunu yanımda uyumadı; çıkıp gitti” dedi.
Allah Resûlü bir adama:
“Bak, o nerede?” buyurdu. O zat (gidip) geldi ve:
“Ey Allah’ın Resûlü! O mescitte uyuyor” dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü mescide Hz. Ali’nin yanına geldi. Hz. Ali uzanmış, ridası bir yanından sıyrılmış, vücudu toprağa bulanmıştı! Allah Resûlü:
“Ebû Turab! Kalk, Ebû Turab! Kalk” diye diye bedeninden toprağı silkmeğe başladı.
(Sahih-i Müslim’den…)
Evet, Hz. Ali’nin (ra) lâkaplarından birini de bu vesileyle öğrenmiş oldum: Ebû Turab (Toprağın babası). Hz. Ali gibi bir şah-ı velâyetin toprakla iç içe olmasında çok hikmetler bulunsa gerek... İlginç değil mi?
18.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|