Dünya hızla ideolojik kamplaşmalardan uzaklaşırken, Türkiye anlaşılmaz bir hız ile ideolojik kamplaşmaları netice veren tartışmalar yaşıyor.
Bunlar tartışılırken bazı şeyler de arada kaynayıp gidiyor.
“Irkçı” anlamda bir milliyetçiliğin tarihî seyir içinde nedenli sıkıntılara sebep olduğunu tarih hiç iyi yazmıyor.
Arapların “acem” yani “yalancı” olarak nitelediği kavimleri “yok sayma” anlayışı ile Emevî ırkçılığının İslâmiyet’e verdiği zarar hiçbir zaman unutulamaz. Ehl-i sünnet yolunu takip eden Araplar ise, hiçbir zaman böyle bir bağnazlığa saplanmadı.
“Ne Arap’ın Acem’e, ne de Acem’in Arap’a karşı bir üstünüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir” hadisini, “Sizi kabile kabile, taife taife yarattık, tâ ki birbirinizi tanıyasınız diye” âyetini de hiçbir zaman unutmadık.
Son günlerde liderlerin “söz düellosu” haline gelen milliyetçilik beyanları, milliyetçiliği tekrar gündeme getirdi.
“Levh-i Mahfuz açılsa, ancak hakikî unsurlar birbirinden tefrik edilebilir” diyen Said Nursî, bu ülkede ancak onda üçün hakikî Türk olduğunu söylüyor.
Son yüzyılı ciddi mânâda ilgilendiren, gerek doğuda, gerekse batıda birçok insanın ölmesine sebep olan bu illetin çaresi, onu doğru anlamaktan geçiyor. Bediüzzaman Hazretleri, “Milliyetimiz bir vücuttur, ruhu İslâmiyet, aklı Kur’ân ve imandır” derken millî duyguların nasıl kanalize edilebileceğinin ölçülerini veriyor.
“Milliyeti bırakınız” denilmeyeceğini, ancak bunun müsbet anlamda anlaşılması, yukarıdaki ölçüler içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini ifade ediyor. Osmanlı bunun en iyi uygulayıcısı olmuştur. Bünyesinde yüzlerce etnik grup olduğu halde “cizye” vermek şartı ile onlar ile yıllarca iyi geçinmenin yolunu İslâmiyetin ölçüleri ışığında başarmıştır.
Bir zanlının yanına geçip, eline bayrak vererek resim çektiren bir anlayışın ne kadar yanlış bir hareket olduğu anlaşılmıştır.
Bazı safdil, cahil-cesur gençlere ise hür ve mânâsız bir heyecan verdi.
Ülkem ciddî bir kulvardan geçerken tâlî konulara sapmak oyuna gelmektir.
15.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|