Her mesleğin ve her işin mutlaka bir istinad duvarı vardır. İstinad duvarı olmayan meslek veya bina çökmeye ve yok olmaya mahkûmdur. Mesleğin ehli olmak mesleğin devamıdır. Fikir bazındaki meslek, onun ana noktalarıyla ayakta kalır ve süreklilik kazanır. Bir mesleğin ehli olmayanlar meslek sahibi kabul edilmez ve her cihetle sırıtır. Bir doktora doktor demek için, doktorun kendi sahasında öğrendiklerini göstermesi ve tatbik etmesi ile olacaktır. İnekten süt, arıdan bal beklendiği gibi meslek sahibi veya o mesleğe intisap edenler, o mesleğin ana direklerine yani istinad duvarlarına yapışmakla hem devam edecekler, hem de ehil olduklarını ortaya koyacaklar.
Çağımızın Mevlânâ’sı kabul edilen Hz. Bediüzzaman, muazzam Nur külliyatında 130 parça eserde mesleğinin istinad duvarlarını açıklıyor ve insanlığa bir model veya bugünkü tabirle bir patent olarak takdim ediyor. 5 yıl önce aramızdan ayrılan ve sayısız defalar görüştüğüm merhum Ali Ulvi Kurucu Ağabeyin tesbitiyle “İşin orijinal tarafı: Bu meslek kendi şahsına münhasır kalmamış, talebelerine de kudsî bir mefkûre halinde intikal etmiştir.” Hz. Üstad’ın yanında bulunmadığı ve onu görmediği halde, Nur külliyatını kısa zaman seyrinde tümünü birden okuyarak bu kanaate varıyor.
Öyle ise âlem çarşısına sunduğu ve evvelâ kendi talebelerinden istediği veya Nur külliyatına eli değenlerden beklediği ve bir ömür boyu üzerinde titizlikle durduğu bu meslek nedir? Gidelim koca sultana; “Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlât, şeyh ile mürid mâbeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü’l-esası, samimî ihlâstır. Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz.” (21. Lem’a, 4. Düstur)
Burada kendilerinin de gayet sarih ve açık olarak ifade buyurdukları muazzam mesleğinin iki önemli istinad duvarı görülmektedir. Birincisi uhuvvet yani kardeşlik. İkinci ise, ihlâs. Esasında 21’nci Lem’a İhlâs Risâlesini te'lif etmesi için yalnız bu paragraf kâfî idi. Çünkü mesleğinin denge unsuru bu iki istinad duvarı. Bir misâlle bunu daha evrensel çerçeveye koymak istiyorum. Japonların piyasaya sundukları ve hız duvarlarını aşan muhteşem trenler dahi iki ray üzerinde gidiyor, raysız tren yok. Bediüzzaman Hazretleri de, muazzam Nur külliyatını ve Kur’ânî hizmetini, bu iki tane rayın üzerine oturtmuş: Biri uhuvvet, diğeri ihlâs...
Bu iki istinad duvarının idamesi ve berdevâmı için bütün ömrünü teksif etmiş, yaşamış ve yaşatmaya çalışmış. Kendi Mesnevî’sinin Hubab Risâlesi’nde bir misâli var: “Tohum olacak bir habbenin kalbi, yani içi delindiği zaman, elbette sümbüllenip neşv-ü nemâ bulamaz.” Evet ihlâs ve uhuvvet kaybedilirse, o zaman kalbi delinen buğday tanesine dönüşür. Elbette evvelâ yaşayacaklar, yaşamadan bir şeyi yaşatamazlar. Bu itibarla bu muazzez mesleğin devamı ancak uhuvvet ve ihlâs ile olur ve olmaktadır. Bugünlere, 2007’lere başta Hz. Bediüzzaman’ın azim yaşantısıyla ve efsanevî talebelerinin gayretiyle gelinmiştir. Tarihî seyir içinde, nereden ve nasıl gelinmiş, ayrı bir makale.
Bediüzzaman Hazretleri gerçi bunu kendi talebelerine yazıyor, fakat bakıldığında bu müthiş tesbite bütün cihan muhtaç. İşte âlem çarşısı, artık dünya küçüldü bir bilgisayara sığıyor. İnşaallah bundan sonra da bu mesleğin aşıkları, gerek Türkiye, gerek İslâm dünyası ve gerekse insanlık âlemi için, bu iki istinad duvarını bir meslek halinde icrâya devam ederler. Çünkü beşeriyet bugün bu uhuvvete ve bu ihlâsa muhtaçtır. O kadar önemli ki; tamamen bir ilham kaynağı olarak, Bediüzzaman, iki ihlâs ve bir de uhuvvet risâlesi yazıyor.
09.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|