“Müçtehidînin kitapları vesile gibi, cam gibi Kur’ân’ı göstermeli; yoksa vekil, gölge olmamalı.”
(Bediüzzaman, Sünuhat, s. 44)
Yüce Allah insanları başıboş bırakmamıştır. Onlarla konuşmuş, yaratılış amacını onlara vahiy yolu ve peygamberler aracılığı ile bildirmiştir. Semavî kitaplar Allah’ın kelâmı olup Yüce Allah’ın insanlarla konuşmasıdır. Vahyi anlamanın yolu, aklını kullanmak ve anlamaya çalışmaktır. Anlamaya çalışan ve bu konuda peşin hükümlerden sıyrılarak Kur’ân’a yönelen elbette anlayacaktır.
Kur’ân-ı Kerim bundan bin beş yüz sene önce nâzil olmuştur ve değişmemiştir; ama insanlar değişmiş, toplumlar değişmiş ve teknoloji değişmiştir. Değişen dünyaya değişmeyen Kur’ân ile bakmak ve değişen dünyayı değişmeyen Kur’ân ile yorumlamak gerçekten çok zor bir meseledir. Buna ihtiyaç çok şiddetli bir şekilde vardır. Kur’ân’ı yorumlamak çok kapsamlı bir bilgi birikimi ister. Bilgi de yeterli değildir bu hususta, Allah’ın yardımına ihtiyaç vardır. Çünkü yüce Allah “Kur’ân’ı inzal eden biziz ve onu açıklayacak olan da Biziz”1 buyurur.
Bu âyet çok önemli bir hususa dikkatimizi çeker. Kur’ân-ı Kerim’i her aklına esen istediği gibi anlayarak istediği gibi yorumlama hakkına sahip değildir. Yüce Allah bu âyette “Her emrin ve buyruğun mânâsını sana açıklayacağız” diye Peygamberimize (asm) hitap buyurmaktadır. Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerim’in ilk ve en birinci müfessiri, açıklayıcısı vahye ve devamlı olarak da ilhama mazhar olan Peygamberimizin (asm) bizzat kendisidir. Peygamberimizden (asm) sonra da “ilhama mazhar olan”2 ve “ilimde rüsuh peyda eden”3 âlimlerdir. Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılması için Peygamberimizin (asm) hadisleri yanında ilhama mazhar mücedditlerin sözleri dikkate alınmalıdır. Aksi takdirde Kur’ân yanlış anlaşılabilir.
Öncelikle şunu bilmek gerekir. Peygamberimize (asm) gelen vahiy, sadece “ferman-ı İlâhî” olan Kur’ân-ı Kerim’den ibaret değildir. Kur’ân-ı Kerim fermandır, kanundur. Nasıl ki kanunları açıklayan “tüzükler ve yönetmenliklere” kanunun uygulanması ve anlaşılması için ihtiyaç vardır; aynı şekilde fermanın anlaşılması için de ilham yolu ile açıklamalara ihtiyaç vardır. “Ferman-ı İlâhîden murad nedir? Bu fermanın pratikte uygulaması nasıldır?” gibi sualler elbette cevap isterler. Bu âyet, bunların cevabını veriyor ve buyuruyor ki “Bunların anlamını Biz sana açıklayacağız.” Eğer her şey açık bir şekilde Kur’ân’da bulunmuş olsaydı ve her okuyan, doğrusunu anlayacak olsaydı, o zaman “Onun açıklaması Bize düşer” gibi bir ifadeye gerek duyulmazdı. Bunun içindir ki Peygamberimiz (asm) “Bana Kur’ân ve Hikmet nâzil oldu” buyurmuşlardır.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de Peygamberimizi (asm) anlatırken “Biz size aranızdan âyetlerimizi okuyan, sizi her türlü kötülükten arındıran, size kitabı ve hikmeti öğreten ve bilmediklerinizi öğreten bir peygamber gönderdik”4 buyurur. İmam-ı Şafii (ra) bu ve benzeri âyetleri esas alarak “Kitaptan maksat Kur’ân-ı Kerim, hikmetten maksat ise peygamberin sünneti ve sözleridir” der.
Hikmetten kastedilenin Nübüvvet olduğu, Bakara Sûresi’nde Hz. Davut (as) hakkında nâzil olan “Biz Davud’a hükümdarlık ve hikmet verdik”5 ifadesinden anlaşılmaktadır. Zira burada Hz. Davud’a (as) hükümdarlık ile beraber peygamberlik verildiği anlaşılmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’in açıklaması elbette Kur’ân’dan ayrı olmak gerekir. Kur’ân’ı Peygamberimizin (asm) açıklamasına İslâm bilginleri “vahy-i hafî” demişlerdir. Buna “ilham-ı İlâhî” de denilmektedir. Peygamberimizden sonra ortaya çıkan yeni meseleleri ise, sahabeler ve ilimde ihtisas sahibi olan bilginler açıklamıştır. Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberimizin (asm) o konudaki sünneti olan Hadis-i Şeriflerde bulamadıkları meseleleri kendi ilimleri ve akılları ile Kur’ân ve Sünnet’le çelişmeyecek şekilde ve Kıyas yolu ile içtihat ederek ortaya koymuşlardır.
Bununla beraber hadiste belirtildiği gibi ümmetinden ilhama mazhar olan “Mulhemûn” tâbir edilen İslâm bilginleri vardır ki bunlar “Mücedditler ve Müçtehitlerdir.” Mânevî yönden de kendilerini geliştirerek “Asfiya” derecesine çıkanlar, ilham denilen “vehbî” bir yolla insanlara Kur’ân-ı Kerim’in hakikatlerini ortaya koymuşlardır. Kur’ân-ı Kerim’i anlamak ancak bunların eserlerini okumak ile mümkündür.
Burada “Mücedditler”in Kur’ân-ı Kerim’i çağın anlayışına uygun olarak yorumlama gibi önemli bir misyonu olduğunu da anlamaktayız. Kur’ân’a yönelmek demek, Kur’ân’ın amaçlarına yönelmek demektir. Her şeyden önce Kur’ân’ın en çok önem verdiği ve üzerinde en çok durduğu temel meselelere bakmak lâzımdır. Bunlar ise “Tevhid, Nübüvvet ve Haşirdir.” O zaman bunları anlamaya çalışmak gerekir. Ortak düşünce ve ortak dil budur. Tevhid, Nübüvvet ve Haşir anlaşılmadan dini ve Kur’ân’ı anlamak yanlış anlamak demektir.
Bediüzzaman bunun için bütün mesâisini bu üç temel hakikatin anlaşılmasına sarf etmiş ve eserlerini bu temel meseleleri anlatmak için yazmıştır. İlhama mazhar olmadan bu derin meseleleri akla ve ilme uygun anlatmak imkânı yoktur. Peygamberimizin (asm) “Ümmetimden ilhama mazhar olanlar vardır” hadisinin önemli bir ferdi de Bediüzzaman olduğu anlaşılmaktadır.
Dipnotlar: 1- Kıyame, 75:19 2- Peygamberimiz (asm) “Ümmetimin içinde ilhama mazhar olanlar olacaktır.” (Buhari, 2:211; 5:15; Müslim, 4:1864; Tirmizi, 4:370) buyurmuşlardır. 3- Âl-i İmran, 3:7 4- Bakara, 2:151; Âl-i İmran, 3: 164; Cuma, 62:2 5- Bakara, 3.251
08.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|