Molla Güranî birgün seçkin talebesi istikbalin Fatih’ine sormuş: “Sence dünyanın en büyük mutluluğu nedir?” diye. Dahi talebe de, “İnsanın hem mahrum, hem de muhtaç olduğu şeye kavuşmasıdır hocam” diye cevap vermiş.
İhtiyaç duyup da mahrum kaldığımız, elde edemediğimiz nice nimetler var. Bunlara kavuşmak gerçekten bizim için en büyük mutluluk.
Elsiz ayaksız bir insan için el, ayak; gözsüz bir insan için göz, deli için—faraza bilebilseydi—akıl, müzmin bir hastalığa yakalanan için sağlık, parasız pulsuz bir insan için para ne kadar büyük bir ihtiyaç ve bunlara kavuşmak da o kadar büyük bir mutluluk.
Herbirimizin değişik arzu ve emelleri var. Ne var ki imtihan sırrı gereği kimilerine bu dünyada kavuşamıyoruz, kimilerini de Cenâb-ı Hak ihsan ediveriyor.
Arzularımıza kavuşmak bizi mutlu eder şüphesiz. Ama iştiyakla istediğimiz ve elde ettiğimiz birşey bizi geçici bir süre mutlu etse de hakkımızda hayırlı olup olamayacağını da bilemiyoruz.
Böylesi nimetlere kavuşanları kıskanmak da gerekmiyor. Eğer kişi o nimetlerin hakkını verebiliyorsa onu değil kıskanmak, tebrik ve takdir etmek gerekir. Hakkını veremiyor, sorumluluğu altında eziliyorsa ona değil imrenmek ve kıskanmak, ancak acımak gerekir. “Dışı seni yakar, içi beni yakar” kabilinden nice şaşaalı konumlarına rağmen mutlu olamayan insanlar var.
Onun için biz Rabbimizden daima hakkımızda hayırlısını isteriz ve biliriz ki, “Hayır Allah’ın murat ettiğindedir.” İlmi sonsuz olan Allah bizim ısrarla isteyip durduğumuz o nimetin bizim hakkımızda hayırlı olup olmayacağını daha iyi bilmekte, ona göre vermekte veya vermemektedir. Allah’ın takdirine rıza gösteren insan çalışır çabalar, Allah ne ihsan etmişse “Demek hakkımda hayırlısı buymuş” diye şükreder; ihsan etmediğinde de isyan etmez, yine “Hayırlısı buymuş” diye sabreder.
Hazineleri sonsuz olan, yoktan yaratan, ihsan, ikram ve lütfu bol olan Allah’tan elbetteki isteyeceğiz. Hayırlısıyla, hakkını ödeyebileceğimiz kaydıyla isteyeceğiz. Yoksa o nimet nikmet olacak; dünya ve ahirette yük getirecekse istemeyeceğiz.
Sonra onca nimete sahip olup da onların kıymetini bilebiliyor, hakkını ödeyebiliyor muyuz ki daha büyüklerini istemeye yüzümüz olsun?
Cenâb-ı Hak bazı nimetlerden bazı kullarını mahrum bırakarak aslında bizlere ihsan ettiği bu nimetlerin anlam ve değerini hissetme, şükretme dersi de vermiş oluyor.
08.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|