Köyü anlatan yazılara bayılırım. Hiç eskimeyen anılarımı tazeler. Tabiîliği, masumluğu, saflığı getirir gözlerimin önüne. Küçük bir çocukken, babamın askerliği sırasında annemle beraber uzun bir süre kaldığımız köyümüzde yaşadıklarımı hatırlarım hep. Çocukluğuma ait unuttuğum o kadar çok şey var ki… Ama köy anılarımı hiç; ama hiç unutmadım.
Ninemin, evin içindeki ateşi yakıp üzerinde yemek yapması oldukça heyecanlandırırdı beni. Saatlerce onu izlerdim. O da gülümseyerek bana bakardı. Evden çok uzak olan çeşmeden su getirmem için elime küçük bir kova tutuştururdu. Ben de değişik bir şey yapma heyecanıyla koşarak gider, ancak dönüşte yavaş gelirdim. Hafif olan o küçük kova, suyla dolunca ne kadar da ağır gelirdi! Yine de hiç şikâyet etmeden götürürdüm. Sonuçta ninem mutlu olacaktı.
Dedemin elma bahçeleri vardı. Hâlâ tatlarını unutamadığım nefis elmalarla doluydu bu bahçeler. Annem arada beni gezdirmek için bahçeye götürürdü. O kitap okur, ben de ağaçlardan elma koparmaya çalışırdım. Ama nafile, birkaç elma dışında koparamazdım. Zira ağaçların boyu uzun, benimki ise kısaydı. Annemi de rahatsız etmez, yere düşenleri toplar, arada annemden yardım isterdim. Bu gezilerin en zor olanı, eve dönüşlerdi. Dedem beni kapıda yakalar, “Söyle bakalım, sen bugün kaç tane elmamı yedin? Yoksa bütün elmalarımı bitirdin mi?” dediğinde; kızmasın diye, “Az yedim dede, çok az yedim” derdim. “Bahçeye indiğimde sayacağım, bakalım kaç tane yemişsin?” diye eklediğinde, kızıp, “Tamam, bir daha gitmem” diye karşılık verirdim. O da güler, “İyi, elmalarımı bitirdin; şimdi de gitmem diyorsun” dediğinde, “Ne kadar cimri dedem var?” diye sinirlenirdim.
Ninem koyunları otlatmaya götürür, akşam döndüğünde de beline bağladığı kuşağına elma, armut doldurur, gizlice bana verirdi. Çünkü ben öyle istiyordum, dedem görmemeliydi. Çok şefkatli kadındı ninem. Annem bana kızınca, “Karışma, o çocuk, büyüyünce bunların hiçbirini istese de yapamaz” derdi. Annemi sinirlendirdiğimde, ninemin yanına koşup saklanırdım. O da bu durumdan zevk aldığımı bilir, beni en büyük hazinesinin yanına gizlerdi.
Onun hazinesi sandığıydı. Annesi, evlenirken ona bu sandığı vermişti çeyiz olarak. O da yıllardır gözü gibi bakarmış bu sandığına. Bazen saatlerce başında durur, temizler, yerleştirirdi. Sandığını açacağı zaman, kimseyi içeriye almazdı. Anahtarını da boynunda taşırdı. O kadar merak ederdim ki içinde ne olduğunu! Bana göre çok önemli şeyler vardı. Hayalimde birçok şey kurar, içinde periler olduğuna bile inanırdım.
Babam askerden dönünce, evimize döndük. Aradan 10 yıl geçti, o zaman içinde dedemi arada gördüm. Ninemi ise hiç görmedim. Onu sandığın başında oturmuş, içinde sakladığı şeylerle uğraşırken hayal ediyordum hep.
On yıl sonra gittik köyümüze. Her şey değişmişti. Eski evlerini yıkıp yeni ev yapmışlardı. İçerideki ocak yoktu. Yazın cevizlerini serdikleri, elma, erik ve kayısılarını kuruttukları ve benim başlarında beklediğim o dam, çatı olmuş; başka bir yerde yapıyorlardı kurutmalarını.
Ninem aynıydı, hiç değişmemişti. Bu kadar değişen şeyin arasında, o hâlâ eski ve benim çocukluğumdan kalma ninemdi. Yüzünden eksik olmayan o hüzünlü tebessüm hâlen vardı. Başında neredeyse yerlere değecek kadar uzun tülbendi… Yerleri süpürecek kadar uzun ve geniş elbisesi… Ve belindeki kuşağı… Onu öyle görünce, yanına gidip kuşağının içine bakmak istedim hâlâ elmaları var mı diye? Ninem bunu anlamış olacak ki, bir iki tane elma çıkarıp uzattı kuşağının arasından. O, çocukluğumdan bana kalan tek anıydı.
Ve gözlerim sandığını aradı. Eski yerinde olmasa da, aynı hâliyle duruyordu. Hâlâ kilitliydi ve kilidi ninemin boynundaydı. Ninemi ara ara sandığının başında buldum; ancak bir türlü görmek istediğimi söyleyemedim. Bu sandık onun en özeliydi ve öyle de kalmalıydı.
O yıldan sonra bir daha gidemedim. Birkaç yıl sonra ninemin hasta olduğunu öğrenmiştik. Üniversiteye hazırlandığım için, annemler giderken beni götürmediler. Ninem, annemler yetişmeden vefat etmişti.
Annem eve geldiğinde, cenazenin çok kalabalık olduğunu ve ninemin bu kadar çok sevildiğini bilmediğini söyleyip “Büyük kadındı, kimseyi incitmedi. Mekânı Cennet olsun” sözlerinin ardından dayanamayıp sordum: “Sandığını açtınız mı?”
Annem hüzünlü bir tebessüm içinde, “Sandığında çeyizi vardı” dedi. “Annesinin, ilk sandığını verirken koyduğu çeyizler. Nasıl muhafaza etmişse, sararmışlar; ama yeni koyulmuş gibi tertemiz duruyordu” dediğinde gözlerim doldu ve ninemin gerçek bir hazinesi olduğunu anladım. Öyle bir hazine ki, manevî olarak değeri asla ölçülemez.
Sekiz yıl oldu ninem vefat edeli; ancak sandığını hatırladıkça, hâlâ eski gelinlerin, odalarının en mutena köşesinde bir hazine sandıklarının var olduğunu biliyorum. Tıpkı ninemin hazine sandığı gibi. Peki ya şimdi?...
31.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|