Zulmün kol gezdiği, zalimlerin cirit attığı bir dünyada yaşıyorsak, zulmü hoş görmemek ve zalimin zulmüne ortak olmamak için büyük bir dikkatle hayatımızı sürdürmek zorundayız. Mesnetsiz hüküm vermeler, muhakemesiz değerlendirmeler ve hislerimizi ön plana çıkarmalar bizleri İlâhî adalet önünde zor durumlara düşürebilir.
Yalan ve doğruların birbirine karıştığı bir zamandayız. Doğruların yalanlardan fazlasıyla etkilendiği günümüzde en doğrusunu bulmak kolay değildir. Yalana revaç vardır sosyal hayatımızda. Sanki mayınlı tarlalarda iz sürmek zorunda bırakılmışız.
Ahirzamanın bütün belirtilerini günümüzün her ânında görebilmemiz mümkündür. Kıyametin önceden ifade edilen belirtileri bir bir çıkmıştır. Kısacası bozgunculuk, fitne ve fesat sıradan olaylar gibi görünmektedir.
İnsanlığın ana gündemini neredeyse zalimlerin satranç oyunları oluşturmaktadır. Ve bizler de ne yazık ki, bazı zamanlar dilimizle zalimlerin ekmeğine yağ sürmekteyiz. Yani çok konuşuyor, olur olmaz meseleler hakkında yorumlar sergiliyoruz. Çoğu zaman farkında olmadan zalimleri savunuyor, mazlûmların hakkını çiğniyoruz. Böylece bir nev'î zalimlerin oyunlarına âlet oluyoruz.
Olabildiğince az konuşmanın insana değer kazandırdığı bir zamandayız. Ya hakkı konuşacağız, ya da susacağız. Her zaman Hakkın hatırını ön planda tutma mecburiyetimiz vardır. Bunun için dilimizi korumaya, dilimize hâkim olmaya çalışmamız gerekmektedir.
Zalime meyletmemek insan yaratılışının ana düsturudur. Bütün varlıkları yoktan var eden Rabbimiz zalimlere meyletmememizi emrediyor, ateş size de dokunur, buyuruyor. Bu sebeple meyletme tuzağına düşmemek için, bir konuşmak ve karar vermek için bin düşünmemiz gerekmektedir. Kesin yargıya varmayana kadar hükmümüzü vermemek ve hadiselere taraf olmamak en selâmetli yol gibi görünmektedir.
“Allah için sevmek, Allah için buğz etmek ve adalet-i mahzayı ölçü olarak kabul etmek” selâmeti isteyen insanların ana düsturları olmalı. Başka dürtüler, başka tesirler bizi rahatlıkla yanlış kararlara götürür. Aklımızı iyi kullanmamız, kalbimizi merkez yaparak vicdanî duygularımızı nefsimizin arzularının önüne geçirmek prensibimiz olmalı.
Dünyevî bakış açılarına dikkat edelim. Dünyevî duygulardan kaynaklanan tarafgirlikler, hamasî yaklaşımlar bizleri insanlığımızdan ayırmasın. Bizler her şeyden önce insanız ve bizi insan olarak yaratıp bu dünya âleminde imtihana tabi tutan Rabbimizin kuluyuz.
Rabbü’l-Âlemîn’in rızası, insan olan insanlar için her zaman ön planda olmalıdır. O rıza mertebesine ancak hak ve hukuk gözetilerek varılabilir. Bu sebeple Hakkı gasp edilmiş, hukuku çiğnenmiş olan insanlar varken, propagandası yapılan zalimleri hoş göremeyiz. Zalimlerin yanında, mazlûmların karşısında olamayız.
Kul hakkını Allah bile affetmiyorken bizler hangi hakla affedebiliriz? Belki sadece kendimizi ilgilendiren konularda hakkımızı helâl edebiliriz, ama başkalarının çiğnenmiş haklarını görmezlikten gelme hakkını kendimizde görmemeliyiz.
Yanlışa düşüp düşmeme konusunda her zaman uyanık olmak, dolayısıyla olayların perde arkasının da olabileceğini unutmamak gerek. İşin içinden çıkamadığımız zaman baş vuracağımız kaynaklarımız vardır. Çaresiz değiliz.
Rabb-i Rahim Kur’ân-ı Azimüşşan ile bizlere yol gösteriyor. O Kitab-ı Mübîn’in muallimi olan Muhammedü’l-Emin’in (asm) insanlık için bir şans olan bereketli hayatı ve ifadeleri bizlerden pek uzakta değildir. Bu karmakarışık zamanda önümüzü aydınlatacak bu İlâhî hazinelere ulaşma ve istifade etme imkânımız vardır elbette...
İşte imtihan burada başlıyor. Bizi dünyaya çağıran şeytanlara kanmamamız; duygularımızla, hareketlerimizle gerçek bir insan olma irademiz bizi bu imtihanda kazanan taraf durumuna getirecektir. Aksi takdirde karşımızdaki imansızlık ve ahlâksızlık âfetinden kendimizi kurtarmamız kolay olmayacaktır. Allah yardımcımız olsun.
30.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|