Şu günlerde Amerikalılarla pek ilgiliyim.
İlgim, “Amerikalılar Karadeniz’de-2” filmiyle ilgili değil.
“Propaganda” ve “ Abuzer Kadayıf” filmlerinde, “Beyoğlu-Beyoğlu” oyununda izlediğim Metin Akpınar’ın, bu filmde de bütün ustalığını döktüreceğinden, Avrupa Yakası’nın Gaffur’u Peker Açıkalın’ın izleyiciyi etkileyeceğinden kuşkum yok.
Katillerle, cinayetlerle anılan Karadeniz’in de böylece farklı bir atraksiyonla gündeme gelmesinden dolayı memnunum.
Beni düşündüren Amerikalılar’ın Karadeniz’de olanları değil, Amerika’da yaşayanları.
Amerikan seçmeni 2008 yılında sandık başına gidecek.
Bush devrinin sona ereceği bu seçimlerde, Amerikan seçmeninin ciddî bir sorunu var.
Çünkü kafaları karışık.
Daha bolca vakitleri var, şimdiden neden kaygılanıyorlar diye düşünmeyin.
Hatta, “Artık Amerika’yı bir kadın yönetmeli” sloganı ile yola çıkan Hillary Clinton’ı seçip kurtulsunlar önerisinde bulunmayı da tasarlamayın.
Çünkü tahminlerimizden daha ciddî...
Çünkü seçmenlerin önemli bir kısmı, “İlk kez bir veliaht yok. Şimdiye kadar kimlerin yarışacağı önceden belli olurdu. Bu kez daha kimlerin yarışacağı kesinleşmedi. Kafamız karışık” diyorlar.
200 yıldır, her 4 yılda bir ve Kasım ayının ikinci Pazarında sandık başına gitmeye alıştıkları için, veliahtsızlık dahi onları huzursuz etmişe benziyor.
Bu yazıyı bir yıl önce yazacak olsam, “Biz de ise bir gün sonrayı görebiliyor muyuz?” diye sormam gerekirdi. Çünkü uluslar arası gözlemciler Türkiye için “öngörülemeyen bir ülke” tanımlaması yapmışlardı ve üzücü ki, o tanım bize tam uyuyordu.
Ama artık bu konudaki ezber de bozuluyor, alışkanlıklar değişiyor.
Türkiye artık giderek, öngörülebilen bir ülke haline geliyor.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin başlaması için tam 46 günümüz kaldı. Zorlu bir 46 gün…
Ancak neredeyse Çankaya ve Başbakanlık fotoğrafları belirginleşmeye başladı.
Önce Başbakan Yardımcısı Abdullatif Şener, ardından da Meclis Başkanı Bülent Arınç, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olacağını, Başbakanlık görevini ise Abdullah Gül’ün üstleneceğini açıkladılar. Bu AKP’nin iki güçlü isminin kamuoyu önünde, sorun çıkarmayacağız demesinden başka bir şey değil.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine 46 gün kala Türkiye, artık bir ve iki numaralı koltuklarda kimlerin oturacağını biliyor.
Bu siyasî hayatı çalkantılarla geçmiş, belirsizlik ve kriz hastalıklarından muzdarip bir ülkede demokrasinin sağlığına kavuşmasının belirtilerinden biri gibi gözüküyor.
Tabiî ki tek belirti değil, ama Türk halkıyla birlikte ülkemizle ilgili dış dünyada akşamdan sabaha siyasî ya da ekonomik bir kriz olamayacağını, Çankaya seçimlerinde de büyük bir kaosun yaşanmayacağını görebiliyor.
Bu önemli bir nokta, ama biz buraya bir günde gelmedik.
Krizlerden dolayı yemediğimiz dayak kalmadı.
Geçen yaz İsrail’in Lübnan’ı işgaline şahit olduk. Tam 3 ay süren ve Lübnan’ı yerle bir eden bir saldırıydı bu. Bu savaştan dolayı Lübnan ekonomisi yüzde 5’lik bir gerileme yaşadı.
2001 ekonomik krizinden sonra ise, Türk ekonomisi ilk 6 ayda yüzde 14 oranında olmak üzere, ortalama yüzde 9.5 seviyesinde geriledi.
Ekonomik açıdan Lübnan’dan beter olduk.
Bizim ülkemiz açısından öngörülebilirlik bu denli önemli.
Bunu AKP’li birisinin cumhurbaşkanı olmasının ötesinde, Türk demokrasisinin olgunluk sınavı olarak görmek mümkün. Demokrasimizin ileriyi görememe durumu bize darbelerden kalan kötü bir miras.
Türkiye şeffaflaşma sileceklerini çalıştırıp, darbelerin sisli ortamından çıkıp, az da olsa önünü görebilen bir ülke haline geldi.
Bunda en büyük pay, kriz müteahhitlerine milletin prim vermemesi.
“Ekmek mi, hürriyet mi?” tercihinde her zaman ekmeğini tercih eden Türk halkı, artık hürriyetsiz ekmeğinin olamayacağını görmeye başladı. Hem ekmek, hem hürriyet. Bunun için de krizsiz bir Türkiye sesleri yükseliyor. Bilmiyorum, siz duyabiliyor musunuz, ama benim kulağıma gelmeye başladı.
30.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|