Bir ölüm,
Bin hayat verdi.
Sessiz kitleler,
En büyük ses oldular.
Ne diyordu Hrant Dink öldürülmeden önce yazdığı son yazısında,
“Evet, gözümüz var toprağında bu vatanın. Gözümüz var, ama koparıp götürmek için değil, en dibine gömülmek için.”
Eşi Rakel ne dedi, “Sevdiklerinden, çocuklarından, torunlarından, bizlerden, kucağımdan ayrıldın, ülkenden ayrılmadın sevgilim!.”
Mıh gibi çaktı cümleleri acılı eş beynimizin tam ortasına.
“Katil kim olursa olsun, 17 ya da 27 yaşında, biliyorum ki o da bir zamanlar bebekti. Bir bebekten bir katil yaratmak, sorgulanmadan hiçbir şey yapılamaz.”
Acılı bir eşti Rakel…
“Bugün bedenimin yarısını, sevgilimi, çocuklarımın babasını uğurluyoruz” dedi. Ve gerçek sevgiye yakışır bir şekilde uyardı onbinleri,
“Kimseye saygısızlık etmeden, slogansız, pankartsız, bir yürüyüş gerçekleştireceğiz.”
Öyle de oldu. Harnt Dink’in yakın mesai arkadaşı Aydın Engin uyardı, slogan atmak isteyenleri.
Ve diyaloğu ilke edinmiş, bir Ermeni aydınının cenazesinde sessiz kitlelerin sesi yükseldi.
“Hepimiz Hrant’ız” dedi binler, onbinler….
Bizi bölmek isteyenlere, ülkenin tapusunun cebinde olduğuna inanıp, düşman olduğunu susturmayı ilke edinmiş kör milliyetçi anlayışa karşı, hoşgörü ve diyaloğun sesi yükseldi.
İspanyolların Madrit’te, İngilizlerin Londra’da yaptığını yaptı dün İstanbul’da yürüyenler.
Teröre karşı en güçlü sesi verdiler.
Ülkem adına sevindim, ülkem adına gururlandım.
Teröre karşı verilebilecek en güzel cevabı o sessiz insanların sesi verdi.
Ve bir başka ses daha yükseldi. Bir değil hatta iki. İstanbul’da Rakel Dink’in, Trabzon’da Havva Samast’ın, Huri Hayal’in sesleriydi bunlar. Acılı annelerin, eşlerin yüreğiydi o.
Ogün Samast’ın azmettirdiği söylenen Yasin Hayal’ın annesi Hrant Dink’in ayakkabısının altı delik, yüzüstü yere uzanmış, üstüne beyaz bir kâğıdın örtüldüğü fotoğrafını görünce ağlamış.
Her anne gibi onun da yüreği sızlamış. Oğlunun azmettirdiğini bilmeden, lânet okumuş cinayeti işletenlere. Oğlunun da işin içinde olduğunu öğrenince bin kat daha fazla lânet okuduğundan şüphem yok. Çünkü o bir anne.
Tetiği çeken Ogün Samast’ın annesi Havva Hanım ise yıkılmış. “Oğlum seni kullananları açıkla” diyor. Mütevazi bir Anadolu kadını. Saçını süpürge edip, yuvasını ayakta tutan analardan.
Ne İstanbul görmüş, ne Hrant Dink’in adını işitmiş.
Bir alıp vereceği yok ne Hrant ailesiyle, ne onun diniyle, milliyetiyle, görüşleriyle.
Acılı yürekler, cenazede binlerce, onbinlerce insanın sergilediği vakur tepki ve ortaya konulan birlik ve beraberlik görüntüsü Türkiye’nin en büyük kazanımı oldu.
Bunda şüphesiz olayın üzerinden 31 saat geçmeden faillerinin bulunmasının da payı büyük elbette ki.
Faili meçhul olsa, sessiz milyonların sesini değil, öfkeli kalabalığın yüreğimizde açacağı yeni yaraları konuşuyor olabilirdik. Çünkü bu cenaze İslâmî duyarlılığın en yüksek olduğu bir ülkede bir Ermeni aydınının cenazesiydi.
Ama öyle olmadı. İslâmî duyarlılığın aynı zamanda diğer dinlere karşı hoşgörü olduğunu yansıtan görüntülere şahit olduk.
Bütün dinleri bağrında buluşturup, asırlardır onları hoşgörü sarmalında yoğuran İstanbul bir kez daha, umut ışığı oldu tüm Türkiye’ye.
1955 olaylarında gayri müslimlere yönelik olarak yaşanan o utanç verici yağma zihniyetini hortlatmak isteyen o gün halk-ırkçı, bugün ise ulusalcı maskesini taşıyan zihniyet başarılı olamadı.
Sergilediğimiz birlik ve beraberlik tablosunu taçlandırmamız gerekiyor.
Bunun için de olayın arkasındaki bağlantılar çözülmeli. Türkiye sergilediği bu aydınlık tavra rağmen, karanlıkta bırakılmamalı.
Çorap söküğüne İstanbul’da yürütülen soruşturmadan başlandığı gibi, Trabzon’da mercek altına alınmalı.
Şunu çok iyi biliyoruz. Geçmişte yaşadığımız Çorum olaylarından tutun, 2 Temmuz’da Sivas’ta Madımak Otelinin yakılmasına kadar, bölgedeki emniyet ve istihbarat birimlerinin tuhaf ilişkileri söz konusuydu. Aynı durum bugün Trabzon’da söz konusu.
Gazeteci Fehmi Koru’nun, “Örgütün tabelası olmaz ki?” diye sorduğu gibi, artık tabelalar aramayı bırakalım. Silâhla kan döken, can alan ve özellikle de stratejik hedeflere yönelmiş, rahibi, Ermeni gazeteciyi öldüren, Mc Donald’sa bomba atan bir yapılanma var. Eylem dersen, eylem var. Silâh dersen, silâh var. Daha ne tür bir örgüt olacak?
“Tıpkı bir güvercin gibiyim...”demişti Hrant Dink.
“Ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.”diye eklemişti.
Bir güvercin gibi, biraz ürkekçe, ama bir o kadar da özgürce yaşadığını anlatmıştı bize.
Güvercini vurdular.
Ama onun kanından ürkeklik değil, cesaretin tohumları, bölünme değil, birlik ve beraberliğin çiçekleri yeşerdi.
24.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|