“Büyük” bir gazetenin duyurduğu haber, günlerce kamuoyunu meşgul etti. Bir kısım medya ve bir kısım kalem erbabı ile siyasîler olayın detayını öğrenmeden balıklama daldılar. Spekülasyon boyutu, olayın kendisini aştı. Tabir yerindeyse, “şuyuu vukuundan beter” bir hal aldı.
Neden bahsediyorsunuz derseniz, haklı bir merak olur. Çünkü yukarıdaki cümle kalıplarının içine yerleşebilecek o kadar çok yalan-yanlış haber ve tahrik edici yayın var ki... Hangisi olduğu konusunda sizin de kafanız karışmıştır.
Karışmayacak gibi de değil. Toplumun gündemi ile aydınımızın ve “kurtarıcılar”ın gündemi paralellik arz etmediği müddetçe, bu karmaşa devam edecek. Öküz altında buzağı arayanlar, maksatlı yayın yapanlar ve asparagas haber yapmayı sevenler, kamuoyunu yanıltmada bir hayli marifetliler (!).
Ancak, eski çamlar bardak oldu ve eskisi kadar marifetsizlikleri uzun sürmüyor. Artık mukabil basın var. Daha çok irdeleyen ve olayların üstüne giden taraflar var. Yalancının mumu, bazen akşamı bile bulmuyor. Yatsıya bile kalmadan sönüyor.
En son gürültü koparılan ve “tesettür faciası” olarak manşetlere çıkarılan Konya Numune Hastanesi’nde yaşanan skandal da bunlardan biri. Skandal olan çarpık ve yalan haber. Yoksa bahse konu ve iddia edilen “skandal” değil. Skandal haberi, bizzat skandal.
Olayı hatırlayalım. Ali Faruk Gündoğdu isimli bir hastanın testis ultrasonunu, iki tesettürlü bayan doktorun çekmediği yönünde bir iddiaydı. Günlerce süren tartışmaların yanı sıra Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu soruşturma yaptı. İki bayanın suçsuz olduğuna karar verdi. Esas ihmal sahibinin şikâyetçi operatör doktor Celal Tütüncü olduğuna hükmetti.
Bu sonuç, iddia sahibi gazetelere aynı punto ve büyüklükte haber olarak yansımadı. Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmen Ertuğrul Özkök’ün bu yalan haberden dolayı Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ı arayıp özür dilediğini de bir vesileyle öğrenmiştik. Keşke özrünü aleni ortama taşıyacak cesareti, aynı hiddet tonunda gösterebilse.
Doktor Ayşe Yüceaktaş ise, kendisi ve arkadaşının olayla hiçbir ilgisi olmadığı halde, bu olaya nasıl bulaştığını anlamadığını belirtiyor.
Nereden ve niçin üfürüldüğü bilinip de anlaşılmayan türden bu yanlı yayınlar karşısında birçok insanın mağdur edildiğini ve dinî kesimleri töhmet altında bırakacak yorumlara girildiği de hepimizin malûmu.
Meşhur basın mizahıdır; Hocanın keçisi çalındığı halde, “Hoca keçiyi çaldı” şeklinde verilen haberler mazide kalsa da, hocalarla problemleri olanların bir şekilde “keçi bahanesiyle” zihinleri bulandırdıklarını görüyoruz.
Kamuoyunun böyle kasıtlı haberlere itibar etmemesi, basının sorumluluğunu hatırlatıcı bir gelişmedir. Sivil toplum etkisi, tek taraflı basının gücünü kaybetmesi ve insanlarımızın bilinçli hali, artık provokasyonlara ve yanlış haber üzerinden kitleleri mağdur etmeye müsaade etmeyeceğine inanıyoruz.
Bilgi kirlenmesi yanında bilgiyi tahrip edecek menfî düşüncelerin toplumda endişe ve şüphe uyandıracak şekilde yayın yapmaları da ayrı bir vehamet. Özellikle çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtları konusunda daha duyarlı ve ilgilileri harekete geçirecek sorumlu bir yayıncılık yerine, sanki bütün çocuklar aynı suçu ve ortamı yaşıyorlarmış yaygarası, uyarıcı ve ıslah edici olmaktan ziyade, yıpratıcı ve moral değerlerini sarsıcı bir zemine sürüklemesi, iyi niyetle izah edilemez.
Kafasındaki şablona göre haber arayan ve toplumu umutsuzluğa iten şiddet ve tahrip taşıyan yayınların daha düzeyli ve eğitici bir çizgiye çekilmesi hususunda basın kurumlarının sosyal sorumluluğu olduğu kanaatindeyim.
Benzer şekilde RTÜK’e de iş düşüyor. Şiddeti özendiren yayınların, gençler üzerinde yeni kahraman modellerini oluşturduğu gerçeğini göz ardı etmememiz gerekir.
Daha ahlâklı bir toplum için, ahlâklı bir basın kaçınılmazdır.
31.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|