Hrant Dink suikastını, Türkiye’nin Irak’taki gelişmelere yönelik ciddî hazırlıklarını gündemden düşürmeyi amaçlayan bir provokasyon olarak da yorumlayanlar oldu.
Bu durumun gerçekle ne ölçüde örtüştüğünü önümüzdeki süreçte herhalde görürüz.
Ancak cinayetin örttüğü ve geri plana ittiği başka önemli hususlar da var. Ve bunların başında, hiç şüphe yok ki, AB süreci geliyor.
Nitekim Avrupa basınında da, cinayetin asıl hedefini “Türkiye’nin AB sürecini sabote etmek” olarak niteleyen yorumlar yapıldı.
Bu çerçevede, TÜSİAD’ın, Dink suikastından sadece birkaç saat önce açıklanan demokrasi raporu da gölgede kaldı. Sonraki günlerde MHP liderinin rapordaki bazı önerileri “PKK patentli” olmakla suçlaması üzerine yaşanan tartışma bu durumu nisbeten “telâfi” ettiyse de, raporun asıl önemli kısımları yine de hak ettiği ilgiyi görebilmiş değil.
Raporda, demokrasimizin AB reformlarına rağmen giderilemeyen kronik problemlerine dikkat çekilerek, bunların ancak yapısal reformlarla çözülebileceği gerçeğinin altı çiziliyor.
* Cumhurbaşkanının yetkilerini azaltacak;
* MGK’yı anayasal kurumluktan çıkaracak;
* Genelkurmay’ı MSB’ye bağlayacak;
* Yerel yönetim reformunu sağlayacak;
* Yargının devletçi yaklaşımdan kurtarılıp hukuk ve demokrasi perspektifiyle ıslahını öngören yargı reformuna imkân verecek yeni sivil bir anayasaya ihtiyaç olduğu belirtiliyor.
301 başta olmak üzere TCK ve TMK’da ifade özgürlüğünü engelleyen maddelerin kaldırılması çağrısı yapılıyor. Siyasî partiler ve seçim kanunlarında yer alan antidemokratik düzenlemelerin temizlenmesi isteniyor.
Bahçeli’nin PKK ile örtüştürerek öne çıkardığı “anadilde eğitim” talebi ve buna dayalı olarak sürdürmek istediği tartışma, aynı zamanda bunların örtülmesini mi amaçlıyor?
Eğer öyle ise, Türkiye’nin geldiği noktada bu konuların geçiştirilmesi, örtbas edilmesi ve gündem dışına itilmesi artık kolay değil.
Rejimin sivilleşmesi, sivil irade üzerindeki asker vesayetinin tamamen kalkması, devletteki resmî ideoloji baskısının bertaraf edilmesi, yargı kaynaklı engellerin aşılması gibi hedeflere ulaşılıncaya kadar bu tartışma sürer.
TÜSİAD raporu bunun en son işareti.
Ancak söz konusu raporun problemli tarafları da var ve bunların başında din eğitimine, imam hatiplere yaklaşım tarzı geliyor.
Tamam, raporda önerildiği gibi, din eğitimi anayasal zorunluluk olmaktan çıkarılsın; ama toplumun bu ihtiyacı gözardı edilmesin.
Eğer imam hatiplerin sayısı dondurulacaksa, diğer okullarda gönüllülük esası çerçevesinde, beklentilere cevap verecek tatminkâr bir din eğitimi verilmesine karşı çıkılmasın.
Aynı şekilde, imam hatiplere kız öğrenci alımının durdurulması isteniyorsa, okullardaki başörtüsü yasağının kalkması da talep edilsin.
Yargı reformundan söz edilirken, YÖK reformu da es geçilmeyip gündeme getirilsin.
Sonuç olarak, TÜSİAD laiklik anlayışını ve dine bakışını da, ortaya koyduğu demokratikleşme perspektifiyle uyumlu hale getirsin.
31.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|