Zübeyir Gündüzalp, Sözler’in sonundaki “Konferans”ında Bediüzzaman’ın en önemli özelliklerinden birini şöyle ifade ediyor:
“Cihad ile ubudiyet ve takvayı beraber yapıyor; birini yapıp diğerini ihmal etmiyor.”
Günümüzde dine hizmet için yola çıkanların en çok dikkat etmeleri gereken hususlardan biri bu. Hizmetini yaparken, şahsî ibadetini de en iyi şekilde ifa etmeye çalışmak.
Oysa gariptir; en çok ihmal edilen hususların başında da bu geliyor. İbadetteki lâkaydlıkları, hizmet gerekçesinin arkasına sığınarak izah etme çabaları sergilenebiliyor.
Hattâ kendisini iyice kaptırdığı “cihad”la “dünyayı kurtarırken” farzları bile terk edebilen “namazsız mücahitler” çıkabiliyor.
Bu, cihadı herşeyden önce nefse karşı başarılması gereken bir mücadele olarak tanımlayan Peygamberimizin verdiği dersle tamamen çelişen bir yaklaşım.
Bediüzzaman’ın ve diğer İslâm büyüklerinin ısrarla altını çizdikleri “Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez” prensibi de yine aynı mânâyı ifade ediyor.
Bu bakımdan, öncelikle nefis dairesinde ubudiyet ve takvayı hakim kılacak bir manevî disiplin, hizmetteki başarının da ön şartı.
Bu disiplinin ihtiva ettiği bazı önemli hasletler, eserlerde “âzamî zühd, âzamî takva, âzamî ubudiyet” gibi ifadelerle dile getiriliyor.
Madem ki insanları, ebedî hayatlarını kurtaracak bir imana çağıran bir hizmetin mensuplarıyız, o imanın canlı tezahürü olan takva ve ubudiyet noktasında evvelâ kendimizi, mümkün olan en mükemmel seviyeye çıkarma gayreti içinde olmamız gerekmez mi?
Bu noktada özellikle Nur talebelerinin çok hassas olması gerekiyor. Ve yazarımız Sami Cebeci’nin “Dünyevîleşme hastalığı” başlıklı yazısında (27.12.06) aktardığı iktibasta, Üstad bu önemli hususa şöyle dikkatimizi çekiyor:
“Hakikat-ı İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas velâyet ve esas takva ve esas azîmet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniyye gibi ince, fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek (Risale-i Nur’un) bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zarûretle ve hâdisâtın fetvalarıyla onlar terk edilmez.” (Kastamonu Lâhikası, s. 48)
Şahs-ı manevîye terettüp eden bu görevin ifasına fertler olarak bizler de yapabildiğimiz ölçüde âzamî katkı sağlama gayreti içinde olmalı ve dini yaşama ölçülerini, temel kriterler çerçevesinde kalmak kaydıyla başkaları için olabildiğince geniş tutarken, sıra nefsimize geldiğinde, bu mânâları en ideal seviyede hayatımıza hakim kılmaya çalışmalıyız.
Bu arada, Üstadın içtihada mani sebepleri anlatırken ifade ettiği “Kışta, fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte dar delikler dahi seddedilir; yeni kapıları açmak hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil” sözünün bugün karşı karşıya olduğumuz tabloya bakan mesajları da var.
“Münkerat”ın, yani günahların arttığı, ecnebi âdetlerinin istilâsının her yeri kapladığı, dine uymayan bid’aların iyice çoğaldığı bir zamanda, takva kalesinin burçlarında gedikler açmak kesinlikle akıl kârı değil ve olamaz.
Bilhassa bu ortamda takva siperini muhkem tutmamız şart...
28.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|