Yurtsuzluk yurdunda tutsağız… Sürgün saatlerde ayrılık soluyoruz… Tesellî ve ünsiyet uzak ummanlarda bir liman… Yön ve yüreğimiz ise dalgalı…
Göçmen kuşlar gurbetindeyiz bu diyarda… Denizleri gezmek, dağları aşmak sıla aşkımızı söndürmüyor. Sönük sahiplenmeler, serap sevgiler, uçarı renkler ve sesler sinelerin sancısını dindirmiyor; biz nereden geldik, burası neresi ki?
Yağmurlar yağsa üstüne, denizler dökülse, dağlar bastırsa, güneş parıldasa, ay aydınlatsa da kapanmıyor yara; ebed solunmuş bir kere… Özümüzü sonsuzluk bahçesinde bırakarak inmişiz yeryüzüne…
Bütün hüzünlerin anası; ana yurdundan, baba diyarından ayrılışımız değil mi? Sizi üzen nedir, sevindiren ne? Hangi ayrılış bu acıdan daha acı, hangi kavuşmak bundan daha sevimli?
Öz yurdumuzda garip değiliz, öz yurt hasretiyle yanıyoruz. Ne aradığını bilmek büyük hikmet… Nereden geldiğini, nereye gideceğini bilerek yaşamak; hayatın anlam çiçeği…
Yasak ağacın acısıyla inmişiz yeryüzüne… Ne yazık ki yalnız değiliz ikinci yurdumuzda; peşimizi bırakmayan ve bizi şaşırtmaktan şaşmayan şeytan, istekleriyle bizi esir etmiş nefis…
Onlardan kaçmak ve kurtulmak; bizi kalpte saklı cennete götürecek… Her çiçek, her yıldız bir işaret, her hadise bir hikmet…
Peygamber rehberliğinde Kur’ân’ı kâinatla beraber okumak, hayatın kalbinde yurt edindirir; saklı cennet gün yüzüne çıkar… Yıldızlar salkım salkım dökülür, çiçekler gonca gonca açar, “an”da sonsuzluk rüzgârları eser, yağmur damlalar hikmet denizler gibi yağar, denizler sevgide derinleşir, dağlar şefkatte yücelir…
Uzaktır yasak ağaç; nefsin tutkularından kurtulunmuş, tutuklanmıştır şeytan. Şeref-i benî Âdem ademe gitmemiş; yurda yolculuk vuslatla sonlanmıştır.
Yolların kıvrımlığı yurtların yönünü gösterir… Gönül gözü keskinse keskin barikatları aşar, yasak yollarda yürütmez, yalancı yurtlarla yanıltmaz.
Tekrar yücelmek için indik yeryüzüne… İstidatlarımız inkişafımız için yeterli… Cennet sevdası değil sevdamız… İnsanız, nisyandayız… Belki de nisyanımız bizi insan yaptı…
Elest yurdunda nasıl bir güzelliğe perdesiz muhataptık? O’ndan “an”a neler yansıdı zamanın zamansızlığında? Kâinat, kıyamet, cennet, cehennem… Birbirine ne kadar uzak, birbirine ne kadar yakın?
Cemale perdesiz muhataplıkta Cennet ne kadar sönükse, dünya yurdu Cennetin yanında daha da sönüktür… Gölgelerin gölgesi…
Gölgelerden ışığa yolculuk vatana vuslattır; Cennetten de geçip Cemalle müşerref olmak.
O’ndan O’na dönmek için geldik… Gurbet gömleklerle gölgeler diyarındayız… İçtiğimiz ayrılık, soluduğumuz hüzün…
Kalpte saklı cennet yasak ağacı geçince, şerir çelmelerini aşınca… Vatana vuslat bir “an”’da, bir adım ötede. Gömleklerin, diyarların sonu; Elest yurdu.
06.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|