Eskide derin sularda yüzme bilmeyen insanların boğulma haberlerini bilirdik. Bir de yeraltı su seviyesini inşaat mühendisliğinde ölçerdik. Suyun nemlendirici derinliğini öğrenmek için. Bir de kuyulardaki su derinliğini belirlerdik.
Yeraltı dünyası, yeraltı su seviyesini unutturdu. Devletin derinliği ise, derinliği ölçümlenebilir ebat olmaktan çıkardı. Ölçülmeyen bir derinlik var. Daha doğrusu hayalle/gerçek, doğru ile yanlış ve şüphe ile delil arası bir yerlerde gezinen adı konulamayan, üstü açılmayan ve karanlıkta kalan olaylar, cinayetler var.
Bu karanlık tablo Trabzon mebusu Ali Şükrü Beyin başına gelenlerden, hatta öncesi İttihat Terakki döneminde gelişen gizli reflekslerin hakimiyet kavgalarından beslendiğini söyleyebiliriz.
Ülke adına ancak halka rağmen ne kadar onaylanması imkânsız olay varsa, bunlar bir heyecan ve tahrik dalgasının içinde toplumsal bir tepkiye dönüştürülüyor. Kamuoyu duyarlı hale getiriliyor. Ona göre dönemsel mizansenler hazırlanıyor. Sonradan olay, fail, arka plan ve paranoyak bütün sezişler ve siyasî itham manevraları karşılıklı bütün taraflar arasında yaşanmaya başlıyor.
Ölen solcuysa, vuranın sağcı olacağı basmakalıbı, vurulan sağcıysa solcunun parmağı var ezberciliği, öldürülen dine karşı biriyse, hemencecik dinî hassasiyeti olanlara yüklenme kolaycılığı ile terör kıskacında 30 yılımızı tükettik.
Terörle mafya ilişkileri, vurdu-kırdı sahneleri, babaların racon kesme usulleri, devleti koruma adına bu ilişkiler ağında ülke sevgisini aşılama senaryoları, cinayet ve kaçırılan kızın hayatî tehlikelerini silâhın ucunda anlatan filmler ne hikmetse çok revaçta.
Kurtlar Vadisi bunun en bariz örneği. Daha sonra Irak versiyonu ve bugünlerde terör bölümü ile yine gündemde. Millî hassasiyetlerin rahatlıkla kabarabildiği, duygularımıza esir düştüğümüz ve şiddet yanlısı pozlardan gizliden gizliye etkilendiğimiz yönlendirici filmler maalesef çok arttı.
Derinlik, aynı zamanda korku veren bir karanlık boyuttur. Hele arkası görünmüyor ve fark edilemiyorsa, daha da ürkütücü oluyor.
Milli İstihbarat, başbakana bağlı olduğu halde, kendisini devirecek ihtilâl hazırlıklarından haberdar edilmediği dönemleri hatırlayalım. Başbakanlardan rahmetli Menderes’in idam edildiği, Demirel’in makam çıkışında muştu ile yumruklandığı, Özal’a silah sıkıldığı, Cumhurbaşkanı adayı Ali Fuat Başgil’in Ankara’dan tehditle kaçırıldığı fotoğrafları gözünüzün önüne getirin.
Yassıada savcısının, Demokrat Partililere yapılan muameleler için “Sizi buraya tıkayan kuvvet böyle istiyor” dediği “kuvvet”in kimlik kayıtları tutanaklara geçmese de böylesi bir vahim durumun olduğu aşikâr.
Sonra bitmeyen terör belası. Sivas’ta yaşanan tahrik sonucu Madımak Oteli’nde yakılan insanlar. Kahramanmaraş ve Çorum’da 12 Eylül 1980 öncesi yaşana “iç çatışma” provaları, Güneydoğunun kangren olmuş güvenlik problemi, öldürülen sol ve sağ aydınlar, Asala’ya karşı örgütlenen mukavemet güçleri ve sonrasında ortaya yayılan rant kavgaları v.s. v.s... Uzayıp giden karışık ve meçhul binlerce olaylar dizisi...
Görüldüğü gibi tek boyutlu bir kayıp yok. İkide bir örtülü veya açık darbeler, onun devam eden etkileri, kayıp listesi kabaran insanlar, can ve mal emniyetinin riskli hale gelmesi, belli zümrelerin her olağanüstü dönemde yeni zenginleri üretmesi, askerî vesayetin ağırlığı, Millî Güvenlik Kurulunun geçmişe dayalı etkinliği, “Kırmızı Kitab”ın bakanlara bile verilmemesi, siyasete duyulan güvensizlik bir şeylerin görünenden farklı olduğu kanaatini yaygınlaştırıyor.
Devlet ne kadar derin, bundan sonra ne kadar şeffaflaşır, bulanıklıktan sonra su temizlenir mi, beklenmedik yeni şoklar kapıda mı, yoksa devlet bağırsaklarını mı temizliyor?
Demokratik bir devlete ve birliğe her zamandan fazla ihtiyacımız var. Bu olmazsa olmazımızdır. Buna göre derinlik meselesinin, “derin yerin” bitmesi lâzım.
08.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|