Dış politikanın ABD eksenli yeni dönemi daha girift görünüyor. Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül Amerika’da “stratejik ortaklığı” test etme yolunda. En basiti, Demokratların Ermeni tasarısını tekrar gündeme getirmeleri, hükümetteki Cumhuriyetçilerle nasıl aşılacak?
Ayrıca, Irak handikabı ve kapıya dayanan PKK’nın yeni bir sürece giren tasfiye/varlık denklemi üzerinde nasıl bir yöntem bulunacak? Bu konuda üç ülkenin koordinatörleri, istenen sonuca ulaşamadılar.
Kerkük üzerinden Türkiye’ye verilen/verdirilen hassasiyetin kantarı ayarlanmadığı zaman, ABD ve Irak bunu ne kadar doğru algılıyor veya yaklaşımımızı kabul ettirme gücümüz nedir?
Amerika’nın Irak işgaline, tezkere ile ret cevabı vermemizin ardından yaşanan tatsızlıklar, psikolojik kırılmalar ve askerimizin başına geçirilen çuval hadisesi, ilişkilerimizde bir sendromun ifadesidir.
Topal ördek Amerika başkanı ve ekibi, yeni Amerika seçimlerinde kamuoyunun desteğini kaybetmiş görünüyorlar. Böyle olunca, bunların Irak batağından çıkma senaryolarına destek vermek veya alışverişi kısa menfaatlere dayandırmak, gelecekteki oluşumlar ve yeni dinamiklerce sorgulanabilir.
AB sürecindeki yakınlaşmayı ve daha yoğun işbirlikleri yaşadığımız ülkeleri nadasa bırakıp veya zamana yayıp, “illa Amerika” bağımlılığından çıkamamak hem bir realitedir, hem de alternatif politikalarla bunu aşmak gerekir. Daha dengeli ve çok amaçlı dış siyaset yörüngesine farklı blokları ve tarafları yerleştirmek gerekir.
Başbakanlık Dış Politika Başdanışmanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” perspektifi bu anlamda deneniyor. Yaşanan ufuksuzluk ve iç siyasette demokratikleşme sınavındaki başarısızlıkların, dış politikada elimizi bağladığı, imajımızı gölgelediği söylenebilir.
Orta Asya’dan Balkanlara, Ortadoğu’dan Uzak Doğuya, Avrupa’dan Afrika’ya ve Amerika’ya kadar farklı güç dengelerinin ve tarihî yakınlığın artı değerlerinin ayrı ayrı ağırlık noktalarından değerlendirmek gerekir.
İslâm dünyasının stratejik müttefikliğine olan ihtiyacımızla, AB yol haritamız ve kurumsal olgunluk düzeyini yakalama çabalarımız ve ABD ile yürüteceğimiz tanımlı işbirlikleri birbirinin mütemmimi olması halinde Türkiye’nin 21. yüzyıl vizyonuna ciddî katkı yapar.
Uluslar arası uzmanların, siyaset bilimcilerinin ve dış politika yazarlarının Türkiye yorumlarını okuduğumda, bir kareyi doğru yorumladıklarını görürüm. Ancak yeterli bir tanım çıkmadığını da hemen zihnî mukayesemle hissederim.
Birçok kıyasa kaynaklık eden verinin Türkiye laboratuarından ve numunelerinden alınmış testler olmadığı, daha çok dış güç kaynaklarının bazı emellerini rasyonelleştirici “bilimsel makyajlar” olduğu fark edilir.
Meselâ “Ulus devlet” yaklaşımı Türkiye’yi tanımlamaz. Ayrıca “Laik ülke” tanımı da tek başına havada kalır. Benzer şekilde “Batılı çağdaş ülke” ifadesinin de eksiği var. “Biz doğuluyuz, Asya’yız” duygusallığındaki iç tepki sahiplenmesi de yavanlaşıyor.
Bizim tarihsel oluşumlarımız, kaderî çizgimiz, geçmişteki bayraktarlığımız, sorunlu bir coğrafyada “din-devlet dengesi” kurma çabalarımız, sosyoloji bilimi için her zaman yeniden incelenmeye değer ve sentezlenebilir görüşlerle doludur.
Bu geniş yelpazeden baktığımızda, ABD ile “sıklaştırılan saflar” ve komşu Irak problemiyle takas edilmek istenen iki seçimimiz için icazet alma “derinliği” gözlemleniyor. Bir de komşumuzun maalesef Irak değil, Amerika olduğu gerçeği.
Bunların yanında sıkışan ABD’nin ihtiyatî kayıtla tuttuğu PKK kozu karşısında İslâm dünyasına bizi arabulucu yapıp zaman kazanma ve “imaj düzeltme” çabaları var.
Nihayetinde stratejik düşünmek ve getirdiği ortaklıklar, bağımlılık yapmadığı müddetçe ortak menfaatlerin eşit şartlarda belirleyici olması şartıyla pozitif açılımlar sağlar.
07.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|