Şemdinli’deki aleni suçüstü hali ve ardından hükümet yetkililerinin en üst perdeden defaatle verdikleri “Sonuna kadar gidilecek” sözü, çoğumuzu “Galiba bu defa tamam, ipin ucu yakalandı, gerisi de gelir” diye düşündürecek gibi olmuştu ki...
Akabinde yaşanan gelişmeler, bu ümidi büyük ölçüde boşa çıkardı. İddianameyi hazırlayan savcı “harcandı.” Gerçi olaya karışan astsubaylar ceza aldı, ama işin arkaplanı aydınlatılamadı. Hükmedilen cezanın temyizdeki âkıbeti de henüz belli değil.
Aradan hayli zaman geçti, bu defa Danıştay saldırısı gerçekleşti. Hem sanığın kişiliği, hem de bağlantıları ulusalcı bir çete yapılanmasına işaret ediyordu, ama akabinde ne yapıldı edildi, olay bir “irtica çetesi”ne yıkıldı.
Kurtul Altuğ’un Gözcü gazetesindeki köşesinde Emin Gürses’ten naklen “Cinayeti işleyen Alparslan Aslan sık sık ziyaret ettiği 85 yaşındaki bir Nur şeyhinden—yanlış değilse Şeyh Salih—talimat alarak bu işe teşebbüs etmiş” diye yazmasından (26.5.06) sonra soruşturma o yöne kaydırıldı.
Adı geçen zat gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere bırakıldı ve azmettirici olduğu suçlamasıyla hakkında dâvâ açıldı.
“Nur şeyhi” gibi, gerçeklerle hiçbir şekilde örtüşmeyen tuhaf bir nitelemeyle anılmasının sebebi ise çok açıktı. Cinayeti, onun üzerinden Nur camiasıyla da ilişkilendirmek.
Oysa bu zatın, 50’li yıllarda Bediüzzaman’ı bir kez uzaktan gördüğünü söylemesi dışında bu camiayla bir ilgisi olmadığı gibi, Risale-i Nur hareketinin, maruz kaldığı onca zulme rağmen müsbet hareket çizgisinden şaşmayan 80 yıllık çizgisi de bu iftiranın tutmasına asla izin vermeyen bir yapıdaydı.
Nitekim iftira tutmadı. Ama Şeyh Salih olarak anılan zat ortaya sürülmek suretiyle, Danıştay saldırısında uç veren ulusalcı çete bağlantıları karartılıp örtbas edilmiş oldu.
Susurluk’tan yıllar sonra bu olayda da, Dink cinayetinde de adı geçen emekli general Veli Küçük de durumdan şikâyetçi.
Ama o, “Aslan’ın görüştüğü Şeyh Salih’e talimatı kimin nereden taşıdığı” noktasında olayın kilitlenip kapatıldığını iddia ediyor (Vatan, 25.1.07). Rahatsızlığının sebebi bu.
İşte, Dink cinayeti ve sonrasındaki gelişmeler, böyle bir zincirin en son halkası olarak karşımıza çıkıyor. Dink’in hangi zihniyet tarafından hedef alındığı bilinirken, suikastın ardından ortaya çıkan görüntüler; katil zanlısının bağlantıları, tribünlerde atılan “Hepimiz Türküz, hepimiz Ogün’üz, hepimiz M. Kemal’iz” sloganları, evvelki halkalarda da kendisini gösteren, ama ustaca üzeri örtülen ulusalcı silüeti bu defa olanca netliğiyle bir kez daha gözler önüne seriyor.
Samast’ın, Samsun Emniyeti çay ocağında çekildiği belirtilen bayraklı, posterli fotoğraflarında poz veren güvenlik görevlileri ise bu silüetin resmî boyutunu ele veriyor.
Ama burada da asıl sorun, arkaplandaki mekanizmanın açığa çıkarılmasında yaşanacak gibi. Kirli bilgi bombardımanıyla havanın iyice bulandırılması onu gösteriyor.
07.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|