Şubat ayına da girdik, ama İstanbul’da hâlâ doğru dürüst kış ve kar görmedik. Allah nasip ederse yakında 30. yılını dolduracak olan İstanbul serencamımızda, 1987 Mart’ı ve 2002 Ocak’ı dışında çok şiddetli bir kış yaşadığımızı da hatırlamıyoruz. Ama bu yılki gibi karsız bir kışa ise hiç rastlamadık.
Yağışsız, hele karsız bir kışın hiç “tadı” olmamasından öte, ciddî sakıncaları da var.
Bunlardan biri, karın mikrop kırıcı özelliğinden mahrum kaldığımız için, evlerimizde özellikle küçük çocuklarımızı etkileyen hastalıklardan bir türlü başımızı alamayışımız.
Bir diğeri, su kaynakları yeterli beslenemediği için susuzluk ve kuraklık tehlikesinin başgöstermesi.
Bir başkası, meyve ağaçlarıyla sebze tarımının olumsuz etkilenmesi.
Gerçi Anadolu’nun diğer tarım alanlarındaki son yağışlarla, “tarımsal kuraklık” riskinin önemli ölçüde kalktığı veya azaldığı ifade ediliyor.
Bu itibarla son riskin, zaten büyük ölçüde Anadolu’dan beslenen İstanbul için çok ciddî boyutta söz konusu olmayabileceği belirtiliyor.
Ama diğer riskler önem ve ciddiyetini muhafaza ediyor.
Öte yandan karsız kışın sadece İstanbul’da değil, dünyanın başka merkezlerinde, meselâ Moskova’da da yaşandığını ve düşündürücü yorumlara konu olduğunu görüyoruz.
Bu yorumlardan biri, “Yılbaşı kutlamalarını karsız kutlamak Moskova’nın kültüründe hiç olmadı. Bu Allah’ın cezasından başka birşey değildir” diyen Moskova Patrikhanesinden geldi. İnsanların yağmur ve güzel hava için olduğu gibi uzun ve karlı bir kış için de duâ edebileceklerini söyleyen Patrikhane Sözcüsü, kar için dua eden yeni bir birim kurduklarını açıkladı (Yeni Asya, 24.1.07).
Moskova’nın Ortodoks dindarları kar duasına çıkarken, bizde de çeşitli yerlerde yağmur duaları organize ediliyor. Bu duaların bazılarında daha eller açılır açılmaz semadan yağmur boşalırken, bazılarında kar yağıyor, bazılarında ise—“daha duanın vakti tamam olmadığı” için—beklenen yağış gelmiyor.
Bu arada, yağışsızlıktan en çok etkilenen yerlerin başında gelen İstanbul ve çevresinde yağmur duasına çıkılmaması garipseniyor.
Oysa yağışsızlık da tıpkı fırtına, sel, deprem ve yangın gibi bir âfet ve musibet. Herşey gibi hava, su, toprak ve ateş unsurlarının dizgini de elinde olan Rabbimiz, bu afetlerle bize çok önemli uyarı mesajları gönderiyor.
Bu mesajların özünü ise, gaflete dalıp Yaratıcımızı, Onun emir ve yasaklarını unuttuğumuz; yaygınlaşan zulüm ve haksızlıklara tepkisiz ve sessiz kaldığımız, kâinattaki İlâhî dengeyi bozduğumuz zamanlarda bizi sarsarak verilen “Kendinize gelin” ikazı oluşturuyor.
Belâ ve musibetin kalkması için yaptığımız dua ve yakarışlar, kendimizi Allah’a affettirip Ona yakınlaşma irademizin ifadesi oluyor.
Ama bu duaların kabul şartları var ve bunların başında, hatalarımızdan samimiyetle pişman olup tevbe etme ve derhal düzelterek bir daha tekrarlamama kararlılığı geliyor.
Bir başka şart da, “duaların kabulüne set çeken bid’alar”a (Lem’alar, s. 107) geçit vermemek ve onları müdafaa hatasına düşmemek...
04.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|