Aralık 2006 Askeri Şûrâ kararları ile 37 subay ve astsubay ordudan re’sen emekli edildi. Bu kararlar kamuoyunun çok fazla dikkatini çekmedi. Lâkin haberlerde geçen bazı ayrıntılar çok önemli bir facianın eşiğinde olduğumuzu gösteriyor.
Ekonomik sorunlar ile boğuşan ve maişeti birinci plana alan kişilerin gözünden kaçan önemli bir hususu nazarlara sunmak istiyorum. Ahlâkî ve dinî değerlerin deformasyona uğraması.
İlk başta alâka kuramamış olabilirsiniz zira şeytan ayrıntıda gizlidir misali emekli edilen 37 kişiden 35’i uyuşturucu kullandığı için orduyla ilişiği kesildi.
İşin hukukî kısmını bir kenara bırakarak sadece şu kadarı ile yetinmek istiyorum. Çünkü bu konuda yeteri kadar izahat yapıldı. O kadar askerî yargı kurumu ve çalışanı varken yargıdan kaçırılarak askerlerin işlerine son verilmesi çok büyük bir ayıptır. Her şeyden önce askerî yargıçlara karşı yapılan bir saygısızlıktır.
Askerî Şûrâ kararlarının yargıya kapalı olması, ordudan atılan subayların haksızlığa uğraması kadar büyük bir yanlıştır. Cumhurbaşkanı, başbakan ve politikacılar koltuğa oturmadan önce çektikleri nutuklarda bu konuyu eleştirdikleri halde dişe dokunur hiçbir gayret göstermemişlerdir. Bunun hesabını milletin önünde verecekleri için konuyu asıl ciddi olan dinî değerlerin aşınması noktasına getirmek istiyorum.
Aslında bu kadar kişinin uyuşturucu belâsına bulaşması bir sürpriz değildir. Çok önemli komutanlıkları işgal eden askerî yetkililer, hâlâ yapılan yanlışlıkların farkında bile değildirler.
Örnek olarak askerlik hayatımın ilk yıllarında yaşadığım bir hatıramı dikkatinize sunmak istiyorum.
Deniz Kurdu Tatbikatlarının birisinde İzmir’de liman yaptık. “Akşam orduevinde yemek var, sen de geleceksin” dediler. Biz de iştirak ettik. Yemekte, gemi komutanımız bana alkollü içki bulunan bir bardak gönderdi. Ben her ne kadar görmezlikten gelmek istediysem de komutanın “Ne için içki içmiyorsun” sorusundan kaçamadım. Kendisine “Prensip olarak alkollü içki içmiyorum” dediysem de “Emrediyorum içeceksin” diye karşılık aldım. “Ben bu güne kadar hiç alkol almadım” dediysem de komutan ikna olmadı, aksine alkolün de etkisi ile bağırıp çağırmaya başladı.
İşin kötüsü masadaki görev arkadaşlarımın neredeyse hepsi yanlışı ben yapıyormuşum gibi bana pis pis bakıyorlardı. Zaten asıl sıkıntıyı bu noktada yaşadım. Zira ben her zaman askerî terbiyenin elverdiği ölçüde hareket ettiğim için komutan tarafından hapse bile atılsam ayıplı olmayacaktım. Fakat arkadaşların “İç şu zıkkımı da millete rezil olmaktan kurtulalım” der gibi bakışları arasında kalmıştım.
Her ne ise başçarkçımız imdada geldi, benim hakkımda iyi şeyler söyleyerek komutanın sesini kesti de askerlik hayatım boyunca yaşadığım en sıkıntılı anı böylece atlatmış oldum.
İlginçtir, yemek çıkışında komutan benim yanıma gelerek gönlüm almaya çalıştı. Fıkra anlattı, “Prensip sahibi olmak iyidir” kabilinden sözler söyledi. Sonradan anladım ki böyle bir sıkıntıyı yaşamamızın sebebi yerleşmiş sefahet kuralları idi. Zira sakat olan bu bakış açısına göre içki içmemek modern yaşantıya ve bir Türk subayına yakışmıyordu. Halbuki Çanakkale Orduevinde bir silâhın kursunu veren Amerikalı subaylardan bambaşka şeyler öğrenmiştim. ABD’li öğretmen subay kendisine ikram edilen alkollü içkiyi içmemiş, alkole karşı olduğunu ileri sürerek nazikçe reddetmişti. Demek ki batılılara göre de içki içme zorunluluğu yoktu. Kaldı ki dinimizde içki büyük günahlardan sayılmıştır.
İşe bu şuursuzluktan hareket edildiği için 35 subay uyuşturucuya bulaşmıştır. Zaten zor olan askerlik mesleğinde eğlence aracı olarak içkiyi öne sürerseniz olacağı budur.
Sözlerimi lütfen abartılı olarak görmeyin, zira 28 Şubat süreci öncesinde bir deniz kuvvetleri komutanı, zamanın başbakanınındavetinde rakı isteyerek nezaket kurallarını tamamen alaşağı etmişti. Ne askerî terbiyeye, ne de denizcilerin centilmen tavırlarına uymayan bu davranış biçimini bazı kişiler doğru bularak çevresine yaymaya çalışıyor. Ne diyeyim, Allah akıl fikir versin…
İçki, uyuşturucu müptelasının başlangıç aşamasıdır. İçkiye alışan insanların bir kısmı alkolün uyuşturucu özelliğine bir müddet sonra bağımlı olacak şekilde alışmaktadır. Hatta alkolü yeterli görmeyenler, işlerinin güçlüğü gibi bahanelerle “Biraz stres atalım” diyerek uyuşturucuya bulaşmaktadır.
Peki, çare nedir. Çare çok basittir. Dinimizin emrettiği şekilde hareket etmek. Kaldı ki bir asker vatanını savunmak zorunda kaldığı zaman imanından aldığı güçle gözünü kırpman ölüme atılabilir. Çanakkale Savaşlarında gösterilen kahramanlıkların sırrıbudur. Birkaç dakika sonra öleceğini bilerek taarruza geçmek, ancak dini salâbet ve imandan kaynaklanmaktadır. Hiçbir mükâfat veya madalya insanı bu derece savaşmak azmini gösteremez.
Irak’ta yaşanan felâket vatanları için ölen kahraman askerlerimizi kıymetini daha iyi ortaya koymaktadır. Her gün resmi rakamlarla yüze yakın kişinin öldüğü bu ülkede imanla savaşılmış olsaydı, bu facia yaşanmayacaktı. Cenab-ı Allah bütün Müslümanlara özgürce yaşamak ve dininin gereklerini rahatça yapmak nasip etsin.
07.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|