Rejimin Maslahatını Teşhis Kurumunun başı olalıdan beri gölgede siyaset yaptığından, çoğumuz Rafsancani’nin gölgedeki yükselişine şahit olamadık. En son kendisini ‘hüccetü’lislâm’ olarak tanıyorduk. Bu, Şia’da ulema hiyerarşisinde ayetullah’ın altındaki makamlardan birisi. Sünnî dünyada tek hüccetü’l islâm sıfatı var o da Gazali’ninkidir. Bu hiyerarşik bir sıfattan ziyade istisnaî olarak ona müceddit sıfatına paralel olarak verilmiştir. Gazali dışında Sünnî dünyada başka bir hüccetü’l İslâm yok.
Rafsancani daha üste terfi etmiş ve ayetullah olmuş. Kimileri kendisine yeni sıfatı pek yakıştıramamışlar ki ‘makyavelizmin ayetullah’ı diyorlar. Âyet işaret mânâsına geliyor. Seküler hiyerarşide prof’un karşılığı da sayılabilir. İlmen bu sıfatı hak ediyor mu, etmiyor mu onu erbabı tayin etsin. Ama netice itibarıyla Doğan Ertuğrul’un da İran notlarında yazdığı gibi insanlar bir gecede ayetullah sıfatını ihraz edebiliyorlar. Aslında Rafsancani’nin pragmatik kişiliğiyle Rejimin Maslahatını Teşhis Kurumunun buluşması eşyanın tabiatını aksettirir. Celis ile meclis bütünleşmesi (makam ile makam sahibi) sağlanmış. Maslahatı en iyi bilen maslahatçıdır.
Bence bir Batılı üniversite Talabani’ye de fahri olarak siyaset bilimi profesörü ünvanını verse hakkında seza ve ceza olur. Rafsancani tefsir yazmanın moda olduğu devrin en son müfessirlerinden birisi. Onca işinin içinde buna vakit ayırması bile ne derece vaktini rantabl kullandığının işaretidir. Saatleri ayarlama enstitüsünün de bir sıfatı olsa onu da hak ederdi.
Son sıralarda İsrail ile İran, ABD ile İran arasında karşılıklı atışmalar var. Nejad İsrail’in haritadan silineceği günlerin yakın olduğunu söylüyor. Buna mukabil, Bush da İran’a yönelik olmak üzere tehdit üzerine tehdit savuruyor. Protege veya himayegerdesini koruyor. Buna mukabil, Nejad ABD’nin tehditlerini blöf ve söz savaşı veya psikolojik savaş olarak değerlendiriyor. Muttaki de aynı değerlendirmede bulundu. Nejad gibi Batı’da da bu kavganın ciddiyetine inanmayanlar var. Christopher Dickey’in Newsweek’teki ‘Liar’s Poker’ makalesi gerilimin tırmandırılmasına Nejad gibi bir teşhis koyuyor. Kayıkçı kavgası ve blöf. Blöf mü değil mi bunun sağlamasını zaman gösterecek.
***
Aslında Rafsancani Nejad’a göre daha pragmatik, ama bazen ondan da celalli sözler sadır olabiliyor. Sözgelimi bir konuşmasında İsrail’i nükleer imha ile tehdit etmiş. Demiş ki: “Böyle bir saldırıda toplam olarak 5 milyon Yahudi ölür. Buna mukabil İsrail misilleme yapacak olursa ve kendi bombalarını İran’a yöneltirse biz de sadece 15 milyon kayıp veririz. Bu rakam dünyadaki 1 milyardan fazla Müslüman dikkate alındığında devede kulak bir kayıptır. Küçük bir fedakârlıktır (Aish.com, Hezbollah’s Final Solution 27 Av 5766/21 August 2006).”
Buna mukabil Chirac güya sehven yaptığı ve sonra da geri çektiği açıklamalarında İran’ın nükleer gücünün kendilerini korkutmadığını söylemiş. Olsa olsa civar ülkelere zarar verebilir. İsrail’e zarar veremez kendisine zarar verir demek istemiş. Aynı şeyleri Şimon Peres de farklı bir tonda söyledi. ‘Keskin sirke küpüne zarar verir’ deyimini hatırlatırcasına Peres Nejad’ın ancak kendi ülkesine zarar verebileceğini ifade etmiş. Ve ABD ve İsrail’in kışkırtmaları ve İran’ın da yanlış mukabelesiyle ‘artan İran tehdidi’ üzerine Arap kalemlerin de yazdığı gibi Kana katliâmının mimarı hiçbir şey olmamış gibi geçenlerde Katar’a bir ziyaret gerçekleştirdi. Chirac Reagan gibi Alzhaimer’dan muzdarip olup olmadığı tartışılıyor. En son dünya basınını başına toplayıp İran hakkında ileri geri konuştuktan sonra sözlerini geri çekmesi ne anlama geliyor? Konuşma ve geri çekmesi ikisi de kasıtlı mı? Ve geri çekmek ne anlama geliyor?
***
Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, üç basın kuruluşuna verdiği mülâkatta, İran’ın nükleer bombaya sahip olmasının kendilerini korkutmadığını, bunu İsrail’e karşı kullanması halinde hemen ortadan kalkacağını söyledi, sonra bu sözlerini geri çekti. Chirac, The New York Times ve The International Herald Tribune gazeteleriyle Le Nouvel Observateur dergisi muhabirlerini, kendilerine mülâkat verdikten bir gün sonra geri çağırarak, bazı sözlerinin yazılmamasını istedi. New York Times, Chirac ile mülâkatın yazılmak şartıyla yapıldığını ve kasete alındığını yazdı. Gazeteye göre Chirac, geri çağırdığı muhabirlere, ‘’Ne söylediğim konusunda daha dikkat etmem gerekirdi ve söylediklerimin yazılacağını bilmeliydim’’ dedi. Gazete, Chirac’ın ilk mülâkatta, ‘’Tehlikeli olan; bir nükleer bombaya sahip olmak değil, Orta Doğu’daki silâhlanma yarışı ve nükleer silâhlanmanın giderek yayılmasıdır. İran için nükleer bombaya sahip olmanın bir faydası yok. İran’ın liderleri İsrail’in haritadan silinmesi çağrısında bulunuyor. Tahran eğer bunu İsrail üzerinde kullanırsa, atılan bomba atmosfere 200 metre gitmeden İran ortadan kalkar’’ şeklinde konuştuğunu yazdı.
Chirac, muhabirlere verdiği son mülâkatta, ‘’Muhtemel bir saldırıda İran’ın tamamen ortadan kalkacağı’’ yolundaki sözleri kullanmadı. Derler ki benzeri bir refleksi ilişkilerin gerginleştiğinde ani olarak Hindistan’a giden Ziya ul Hak da göstermişti. Onları nükleer mukabele ile korkutmuştu. Gerçekten de ABD İran arasındaki sözler savaşı blöf olabilir ama nükleer silâhların şakayı kaldırır tarafı yok. Ama Chirac’ın en ilgi çekici sözleri İran’ın elde edeceği bir iki bombanın kendi başına bir değer taşımadığı asıl korkutucu olanın bünün bölgede domino etkisi ve emsal meydana getirmesiyle bir nükleer yarışı tetiklemesi. Neoconlar da bundan korkuyor.
İran’la birlikte şimdiden 6 Arap ülkesi nükleer kulübe üye olmak için can attıklarını dile getirdiler. Demek ki, Batı için önemli olan İslâm dünyasının bütünü ve genel fotoğrafı.
07.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|