Tansu Çiller bir zamanlar tarihe not düşen bir cümle sarf etmişti: “Kurşun sıkan da kurşun yiyen de kahramandır...” Devletin elemanlarına sahip çıkmak için bu vurguyu yapmıştı. Şimon Peres de Gazze çatışmalarını uzaktan keyifle seyrederken şu cümleleri sarf etmiş: “Gazze’deki savaşa katılmamız doğru değil...” Niye katılsınlar ki zaten onların yapmak istediklerini Filistinliler kendi elleriyle yapmıyorlar mı? Niye katılsın ki? Ölen de öldüren de nasılsa kendilerinden değil. Hatta en iyi Filistinli onlar nazarında ölü Filistinlidir.
Aralarında çarpışan taraflar bir bütün olarak ötekini temsil etmektedir. Ötekinin parçalanması ve birbirini yok etmesi elbette Şimon Peres’i ilgilendirmekten öte sevindirir. İlla bunu da açık olarak söylemesi mi gerekir? Bizi ilgilendirmez demesi yetmiyor mu?
Peki, Gazze’de ne oldu da bu aşamaya gelindi? Fetih’in ideolojik olarak kirlenmesi, idarede yozlaşması ve erken aşamada devrimden devlete dönüşmesi ve ‘devrimci meşruiyet’ üzerine çöreklenmesi sahaya HAMAS gibi yeni aktörleri çıkardı. Devrimci meşruiyeti rant ve iktidar meşruiyeti haline getirmiştir. Bu da feodal bir görüntü ile sonuçlanmıştır. HAMAS ise baştan sosyal hizmetlerle uğraşırken İntifadalar sonucunda siyasî zemine kaymış ve istihale neticesinde direniş için beyaz silâh kullanırken otomatik silâhlara geçmiş ve siyasetin izini takip ederek sonunda iktidara gelmiş, iktidarını korumak için de silâha sarılmıştır. Yani silâh iktidarı, iktidar da paylaşma savaşını getirmiştir. Arafat’ın dirayeti de ortada olmayınca durum iç çatışmaya evrilmiştir. Dolayısıyla dış güce yönelik olan silâhlar içeride iktidar ve güç mücadelesinin aracı olmuş ve Fetih ile HAMAS’ın İsrail’e yönelik namluları sonunda birbirinin böğrüne dönmüştür. Öyleyse süreçte bir hata belki birçok hata var. Bu hatalar sonucunda varlık sebeplerine ters düşer hale gelmişlerdir. Ellerindeki silâh iktidar aracı haline gelerek profesyonelleşmiştir. Fiilî olarak dâvâ boyutunu aşmıştır. Biz direniş silâhlarının profesyonelleşmesini Afganistan gibi coğrafyalardan da hatırlıyoruz.
***
HAMAS’ın malum uluslararası konjonktürde iktidara gelecek şekilde seçimlere katılması ve ağırlık vermesi yaşanılan sonucu intac etmiştir. Seçimleri kazanmış ve ‘Boyunun ölçüsünü alsın’ diye bütün Filistinli hizipler onunla koalisyon kurmaktan imtina etmiştir. Öne fırlayan yeni yetmeye böylece ders vermek istemişlerdir. Hükümet kurulduktan sonra üçlü kuşatma başlamıştır. Fetih’in sivil ve askerî bürokrasisi, ABD ve İsrail’in ekonomik ve siyasî ablukası ve Arap dünyasının mesafeli tutumu bir araya geldiğinde kuşatma etkisini göstermeye ve Filistin’de çatlaklar belirmeye başlanmıştır. İsrail’in Gazze baskını ile bakanları ve milletvekillerini esir alması da HAMAS’ın görüntüsünü zayıflatmıştır. Bakanlık paylaşımı noktasında anlaşmaya varılamayınca ve millî mutabakat hükümeti de suya düşünce gündeme son çare olarak erken seçim girmiştir.
Erken bir seçim HAMAS’ın eski ağırlığını kaybetmesi demektir. HAMAS bu durumda Abbas’ın erken seçim çağrısını bir kalleşlik olarak görüyor. Mesele bu noktada düğümleniyor ve çatışmalar çıkıyor. Elbette ki Abbas’ın erken seçim için bastırması centilmenliğe aykırı düşer, ama HAMAS’ın da işlevsiz hükümeti sürdürme inadı Filistinlilere zarar veriyor. Filistin halkının bilek güreşine değil tek ya da karşılıklı feragata ihtiyacı var. İç barışı korumak için HAMAS’ın razı olmadığı bir erken seçim doğru olmaz, ama öbür taraftan da iç barışı korumak için de HAMAS seçimlere razı olması gerekiyor. Belki şu anda geri çekilmek gelecekte yeniden hamle gücü kazanmak için gereklidir. Fırkalar arasında kalıcı bir barış sağlanması için direnişin de koordine edilmesi gerekiyor. Zira bu durumda bir fırkanın direniş üzerinden kazanımı diğer fırkalar için kayıp olabiliyor. Bunun için direniş için bir yol haritası ve millî bir referans gerekiyor.
***
Meseleye bütüncül olarak bakmak lâzım. Parçaların da buna riayet etmesi gerekiyor. Bölgedeki her üç ülkedeki iç savaş ihtimalinde de İran’ın güç mücadelesinin yansımalarını görüyoruz. Ama İran jeopolitiği ile Şii veya İslâmî jeopolitik çeliştiğinde İran çarnaçar kendi jeopolitiğini önceleyecek ve bu durumda onunla işbirliği yapanlar piyon durumuna düşeceklerdir. Bundan dolayı şizofrenik tarihî dönemlerde veya tarih sürecinde parçaların da kendi muhakemelerini doğru yapmaları gerekir.
Yöntem yanlış olunca amaç da sapar. Ferid Zekeriya, Kaide’nin İslâm dünyası ile Batıyı karşı karşıya getirmeyi amaçlayan bir stratejiyi benimsediğini, halbuki sürecin onu İslâm içi kirli bir savaşa sürüklediğini yazmıştır. Çünkü onunkisi tahlilci değil toptancı bir yaklaşımdır. Sonunda laik Ebu Nidal durumuna düşmüştür veya düşme tehlikesi geçirmektedir. Durum maalesef böyledir. Bu sadece Kaide için değil, renk olarak Kaide’yi reddetse de farkında olmadan Kaide’nin modelini ve yöntemini benimseyen bütün hareketler için geçerlidir.
05.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|