İnsanlar ulvî duygularla bezenmiş bir şekilde yaratılmış olmalarına rağmen, imtihan sırrı gereğince, ulvî yani yüksek ve değerli duyguların yerlerini süflî yani alçak ve değersiz duygulara bıraktığı zamanlar da olmaktadır. Duygularımızın yerli yerinde kullanılması veya kullanılmaması hadisesi üzerinde zaman zaman düşünmek ve raydan çıkmış olan hislerimize istikamet kazandırmak bizler için hayatî bir meseledir.
Biliyoruz ki, hayatımızın çoğu zaman sıkıntılarla geçmesinin önemli bir sebebi de iç dünyamızdaki duyguların çarpışma içinde olmasıdır. Dünyanın bizi daha az alâkadar eden olaylarından fırsat bulup da iç dünyamıza yönelebilirsek, aslında halletmemiz gereken daha önemli problemlerimizin var olduğunu göreceğiz.
Duygular karmaşasını yok etmek ve duyguları asıl mecrâsına yönlendirmek insanoğlunun en önemli görevidir. Bu önemli problemimizi çözdüğümüz zaman, insanca yaşamanın ve duyguları insanca kullanmanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu çok daha iyi anlarız şüphesiz.
Yine görüyoruz ki, biz insanların imtihanı, duyguların kullanılma alanlarında cereyan etmektedir daha çok. Duygularını yaratılış kanununa göre kullanan insanların manevî değeri yükselmekte, ayrıca bu yükseliş, onlara maddî alanda da değerler kazandırmaktadır.
Duygularımızı yönlendirme çabasını bir tarafa bırakıp, dış dünyadaki arayışlarımızla kayda değer bir sonuca ulaşmamız mümkün görülmemektedir. Gönlümüze yerleştirdiğimiz dünya sevgisiyle, mücehhez kılındığımız duygularımızı yerinde kullanabilmemiz de mümkün değildir.
Duygularımızı, bir imtihan aracı olan şeytanların telkini ve yönlendirmesi ile, insan yaratılışına uygun olmayan yerlerde kullanır isek, hem mânâ cihetinden kaybedeceğiz, hem de dünya hayatı için maddî felâketlere davetiye çıkarmış olacağız.
Dünya misafiri olarak bizleri bu geçici handa yaşatan Rabbimiz, elbette bizlerden ulvî duygularla değer kazanmış bir hayat istemektedir. Elbette bu kadar mükemmel bir varlık olarak yaratılmamızın çok yüksek maksatları, ulvî gayeleri bulunmaktadır.
Gerçek bir insan gibi yaşamamızı kolaylaştıracak örneklerin Peygamberler vasıtasıyla nazarlarımıza sunulması hadisesi işimizi kolaylaştırmış ve bizlere kurtuluşun nerede olduğunu göstermiştir. Kur’ân-ı Kerim’i dünyamıza “Yârân” olarak yerleştirdiğimiz takdirde manevî yaralarımızı tedavî etmenin pek zor olmayacağını göreceğiz.
Meselâ günlük hayatımızın her anında karşımıza çıkıp ümitsizlikler içinde bocalamamıza sebep olan hüzünleri Yakup Peygamberin (as) metoduyla yok edebilmemiz mümkün değil midir? İsterseniz bir deneyelim...
Bakınız, Hz. Yakub’un (a.s.) hüzün duygusunu Rabbine yönlendirmesi hadisesi duyguların yerli yerinde kullanılmasının bir güzel örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bildiğiniz gibi, Yakup (as), çok sevdiği yavrusu Yusuf’un kardeşlerinin gadrine maruz kalarak kaybolması neticesinde çaresiz kalınca “Ben ancak hüznümü ve şikâyetimi Allah’a gönderiyorum” diyerek sabır içinde beklemiştir.
Hz. Yakup (as) hüzün gibi, gözlerden yaş akıtan, gönülleri dağlayan bir hâleti bile hazineye çevirmiştir. O hüznün de tatlı olabileceğini, insana huzur kazandırabileceğini bizlere göstermiştir.
Fani olduğu kadar aciz ve fakir olan insanlardan medet beklemeyen Yakub’un (as) bu samimi teslimiyeti çok güzel sonuçlar vermiştir. Neticede hem Yusuf (as) sıkıntılardan kurtularak maddî ve manevî makamlara çıkmış, hem de Yakup (as) yavrusuna kavuşmanın yüksek hazzını tadabilme imkânına kavuşmuştur.
Kur’ân-ı Azimüşşanın bütün âyetleri büyük mânâlarla yüklüdür. Rabbimiz, Hâlıkımız bizlere ifade edilmesi zor bir lütuf ve ihsan olarak hakikatler menbaı Kur’ân-ı Kerim’i göndermiştir. Bu Yüce Kitab’ın bir de muazzez bir mualliminin olması karşısında ne kadar şükür duygularımızı ifade edersek edelim, yine de bu yüce mazhariyetin karşılığını veremeyiz.
Muhammedî (asm) ve Kur’ânî metotla duygularımızı kontrol ederek, dünyada bile Cenneti yaşayabilme imkânını bizlere bahşeden Rabbimize ne kadar şükredersek yine azdır.
05.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|