Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 09 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Süleyman KÖSMENE

İnşallah kelimesi üzerine



Said Bey: “İnşallah’ın mânâsı nedir? ‘Allah nasip eder inşallah’ gibi bir cümlede yanlışlık olabilir mi?”

İnşallah kelimesi, Allah’ın geleceğe dönük cümlelerimiz arasında kullanmamızı istediği bir vahiy kelâmıdır.

Bir kısım Yahudi ve müşrikler Peygamber Efendimiz’e (asm) mağarada üç yüz yıldan fazla yatan gençlerin hikâyesinin ne olduğu, Zülkarneyn hakkında ne bildiği ve ruhun ne olduğu hakkında sorular sormuşlardı. Peygamber Efendimiz (asm) de o an cevap vermemiş, her gün kendisine gelerek âyetler indirip duran Cebrail’in (as) bu sorularla ilgili de derhal âyetler indireceği kanaatiyle, “Yarın gelin, cevap vereyim” demiş, “inşallah” dememişti.

Fakat Cebrail’in inmesi ve vahyin gelmesi haftalarca gecikti. Peygamber Efendimiz (asm) bundan müteessir oldu. Nihayet haftalar sonra Hazret-i Cebrail (as) gelince Peygamber Efendimiz (asm) bunun sebebini sordu. Hazret-i Cebrail (as) de sırayla Meryem Sûresinin 64. âyetini, Kehf Sûresinin 23. ve 24. âyetlerini ve Duhâ Sûresini indirdi.

O an indirilen âyetleri buraya alalım:

“Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Gelecek olan, geçmiş olan ve ikisi arasında bulunan ne varsa O’nun ilminde ve kudretindedir. Rabbin hiçbir şeyi unutmuş değildir.”1

“Hiçbir şey hakkında ‘Yarın bunu muhakkak yapacağım’ deme. Ancak ‘İnşallah’ deyip, Allah’ın dilemesi şartına bağlarsan müstesnadır. Unuttuğun zaman da, yine Rabbini an ve ‘Umulur ki, Rabbim beni bundan daha hayırlı ve doğru bir yola eriştirir’ de.”2

Görüldüğü gibi Cenâb-ı Allah gelecekle ilgili konuşmalarımızda “İnşallah” dememizi şart koşuyor. Çünkü gelecek bizim elimizde değil. Gelecek Allah’ın takdirindedir. Gelecekte nasıl bir tecellî gerçekleşeceğini bilmiyoruz. Sadece olmasını arzu ettiğimiz şeyler söz konusu. İşte bunları konuşurken Allah’ın dilemesi şartına bağlayarak konuşmamız gerekiyor. Ki, “İnşallah” kelâmı bize bunu sağlıyor.

Bu pencereden bakınca, “Allah nasip eder inşallah” gibi bir cümlede yanlışlık yoktur. Fakat bu kelime ile gelecekle ilgili bir şeyler yapmayı kendi üzerimizden atan bir tembelliği veya kendi yapabileceğimiz şeyleri Allah’a havale eden vurdumduymazca bir havaleciliği kastetmemeye dikkat etmeliyiz. Yani bu kelimeyi, içerdiği manevî kuvveti sarsıcı şekilde kullanmamalıyız.

Bu kelime kararlılığımıza gölge düşürmüyor. Tam tersine, “Allah’ın dileği ile örtüşmesi halinde ben kararlıyım” mânâsını içeriyor. Oysa bazen kararsız olduğumuz ve hatta olumsuz düşündüğümüz bir meselede de–sırf muhataptan kaçmak için—“İnşallah” deyip geçiyoruz. Bu yanlıştır. Çünkü bu durumda bu kelâmı bir kaçış cümlesi olarak kullanıyoruz. Muhatabımız da çileden çıkıyor. “İnşallah’la, maşallahla olmaz!” gibi nezaketsiz sözler sarf ediyor. Bu nezaketsizlikte bizim de payımızın olduğunu unutmamalıyız.

***

İsim belirtmeyen okuyucumuz: “Peygamber Efendimiz (asm) en faziletli amel sorulduğunda, ‘Vaktinde kılınan namaz’ buyurmuştur. Bunu açıklar mısınız? Vaktinde kılınan namaz ne demektir? Kazaya bırakılmadan kılınan namaz mı, yoksa ezan okunduktan hemen sonra kılınan namaz mı demektir?”

Vaktinde kılınan namaz, vakti çıkmadan önce kılınan namazdır. Şafiî ve Malikî mezheplerine göre bir farz namazın ilk rekâtı vakti içinde kılınmışsa, bu namaz vaktinde kılınmış namazdan sayılır. Hanefi ve Hanbelî mezheplerinde bu ölçü daha da geniş tutulmuş, bir farz namazın iftitah tekbiri vakti içinde alınmışsa, bu namazın vakti içinde kılındığı kabul edilmiştir. Yani namaza başlanmış ve “Allahü ekber” denerek eller bağlandıktan sonra diğer bir vaktin ezanı okunmuşsa, bu namaz kılınır ve vaktinde kılınan namazdan sayılır.

Bununla beraber namazı böyle son dakikalara kadar geciktirmek günahtır. Namaz için en faziletli vakit, ezan okunduktan hemen sonra, cemaatle namaz kılma imkânı da bulunan zaman dilimidir. Eğer cemaatin geç toplanma durumu söz konusu ise, cemaatin toplanmasını bekleyerek cemaatle kılmak, tek başına kılmaktan daha faziletlidir.

Dipnotlar:

1- Meryem Sûresi: 64

2- Kehf Sûresi: 23, 24

09.02.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (08.02.2007) - Bursa’da beyin fırtınası günleri -2

  (07.02.2007) - Bursa'da beyin fırtınası günleri-1

  (06.02.2007) - Kısa kısa

  (05.02.2007) - Kısa kısa

  (04.02.2007) - İhlâs ve uhuvvet üzerine

  (03.02.2007) - Kısa kısa

  (02.02.2007) - Evrâd-ı Bahâiye üzerine

  (01.02.2007) - Ruh üzerine

  (30.01.2007) - Amel-i talih ve amel-i uhrevî

  (29.01.2007) - Bediüzzaman'a göre din ve milliyet

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004