İnsan fıtratı, iyilik ve güzelliklere muhabbet, kötülük ve çirkinlere de muhalefet eder. Fıtratlar bozulduğu zaman ise, bu kural ya hiç işlemez, veya da tersine işler. İşte o zaman insan, neye muhalefet ve neye muhabbet edeceğini tam olarak kestiremez. Bazen de fıtratının aksine hareket ederek nefrete lâyık sıfatları bir meziyet gibi sahiplenirken, muhabbete lâyık sıfatlara sırtını döner.
Fıtratı bozulmamış bir insan, ruhuna muhalefet etmez. Ruhlar yaratıldığında “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabına bütün ruhlar “Kalû belâ” diyerek cevap vermemiş miydi? Bizim ruhumuz da “Evet Ya Rabbi, sen bizim Rabbimizsin” diyenler arasında değil miydi? Öyleyse, O’na kulluğumuzu göstermede niçin bu kadar ihmalkâr davranıyoruz? Verdiğimiz sözü neden hakkıyla yerine getir miyoruz? Vaadinden caymak, sözünden dönmek bir geriye gidiştir. Onun için ruha muhalefet etmek ‘gerilik’tir.
İnsan, ruhuna muhalefet etmediği gibi, aklına da muhalefet etmez. Zira insanı insan yapan en önemli özelliklerden birisi de akıldır. Kendisine bahşedilen akıl nimeti sayesinde insan, eşref-i mahlûkat olmuştur. Onunla istidatlarını inkişaf ettirerek âlâ-yı illiyyîne çıkabilir. Meleklerden yüksek mertebelere erişebilir. İnsanda akıl gibi bir nimet olduğu için Cenâb-ı Hak’kın hitabına muhatap olmuştur.
Akıl, hem bir terazi, hem bir mihenk taşı, hem bir denetleyici ve gözetleyici olarak bize verilen en büyük nimetlerdendir. Akılsız insana cennet de verilse, oradaki güzellikleri idrak edip lezzet alamayacağı için bir kıymet ifade etmez. “Aklı olmayanın dini de yoktur” diyerek, dinimiz akıl özürlü insanları dini emir ve yasaklardan muaf tutmuştur.
Peki, bu kadar kıymetli ve saygıdeğer bir nimete karşı insan muhalefet eder mi? Veya ederse ne olur? Evet, insan çoğu yerde aklına muhalefet etmektedir. Yapacağı bir işte, vereceği bir kararda aklı ile istişare edeceği yerde, nefsi ve hevesi ile istişare etmekte, böylece hem dünyevî hem de uhrevî işlerinde hep zarar ve ziyanla çıkmaktadır. İnsanların çektiği sıkıntılar, yaşadığı acılar ve başkasına yaşattığı elemler, hep akılsızca davranışların sonucudur. Bir iş yaparken aklına müracaat etmeden harekete geçen bir insan, pusulasız ve rotası belirsiz bir gemiye benzer. Kararsız rüzgârların elinde oyuncak olur. Her an bir kayaya veya buz dağına çarpma riski ile karşı karşıyadır. Bir tehlike anında sığınabileceği bir limandan da mahrumdur.
Akıl nimetinden mahrum olanlara “deli” diyoruz. Aslında onlar deli sıfatını hak etmemişlerdir. Onlar akıl hastasıdır, yani bir nev'î özürlüdür. Ama aklı başında olduğu halde onu kullanmayan ve aklına muhalefet edenler yok mu? İşte asıl bunlar “deli” sıfatına lâyıktır.
Yani ruha muhalefet “gerilik” olduğu gibi, akla muhalefet de ‘delilik’tir.
İnsanda bir de nefis diye bir duygu var ki, işte asıl ona muhalefet etmek, hatta nefsi bir düşman bellemek gerekir. Her faydalı işte, her hayırlı amelde karşımıza çıkar, bin bir türlü hile ve desiselerle bizi kandırmaya çalışır. Kalbimizdeki iman nurunu karartmaya, gönlümüzdeki sevgi ateşini söndürmeye, ruhumuzdaki insanlık erdemlerini öldürmeye uğraşır. Şeytanla ittifak ederek kalp ve iman dairemize sürekli saldırılarda bulunur.
İnsanın en büyük düşmanı kendi nefsidir. En kahraman insan cephelerde düşmana karşı zaferler kazanan değil, nefsi ile girdiği savaşı kazanan insandır. Bu savaşı kazanmanın yolu da, nefis ne istiyorsa onun tersini yapmaktır. Bizi neye teşvik ediyorsa, ondan uzak durmaktır. Yani tam anlamı ile nefse muhalefet etmektir. Bu da çok büyük kahramanlara has bir hayat tarzıdır. Böyle kahramanlar, velîlik makamına kadar yükselebilirler.
Yukarıdaki paragrafları özetleyecek olursak, “ruha muhalefet gerilik, akla muhalefet delilik, nefse muhalefet velîliktir” hakikati ortaya çıkar.
09.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|