Sünuhat’ta şöyle bir ifade geçer: “Bence en müthiş maraz asabîliktir. Zira her şeyi haddinden geçirmekle aksülâmel yaptırır.” Evet toplumumuz ya da zamanımız insanı bir çok maraz ve hastalıktan muzdariptir. Tedavileri için büyük bütçeler ayrılır. Genelde maddî ve kolay teşhis edilebilir hastalıkları ön plana aldığımızdan olsa gerek asabîlik gibi bir maraz pek dikkat çekmez; huy, mizaç ve karakter deyip geçeriz. Bediüzzaman Hazretleri asabîliği en müthiş bir maraz olarak görürken “aksülâmel yaptırır” der ve sebep olduğu ters etkiye dikkat çeker.
Kızgınlık ve öfke gibi kelimelerle ifade edebileceğimiz asabîlik, daha da ileri gittiğinde ya da kolektif hale geldiğinde toplumların içine husumet ve tarafgirlik zehrini sokan, en nihayet parçalayan kabile, kavim ve ırk taassubuna kadar gidebiliyor. Aslında cemiyet hayatındaki hizipleşmenin, mânâsız ve sonuçsuz bir çok tartışmanın ve çekişmenin de temelinde asabîlik vardır.
Evet her şeyin bir haddi hududu vardır. Hudud geçildiğinde hak hak olmaktan çıkar, zulme yol açar. En şifalı ilâç bile, aşırıya gidildiğinde ya da içindeki etkin madde ölçünün üzerine çıktığında zehir olabilir. Öfke ve kızgınlıkta akıl ve kalb devreden çıktığı için nefisler dizgini ele alır. Nefis ise had ve hudud tanımadığı için ve esas hedefi de hak ve hakikat olmadığı için savunduğu artık kendisidir, nefsidir. Bu da aksülâmel yapacağı için, karşı taraf da aynı şekilde akıl ve kalbi bir tarafa itip bütün kontrolü nefsin eline verir. Nefislerin çarpıştığı bir yerde ise yeni yeni marazlar ve fitne ateşleri çıkacaktır. Ayrıca müzakere ve fikir alış verişi için en önemli unsurlardan olan akıl ve kalb devreden çıktığı için istikamet kaybolur, makul davranış ortadan kalkar. Etrafı ve akıbeti göremeyen his ve hevesât tahribata başlar.
Çocuklar için anlatılan meşhur yedi başlı ejderha hikâyesinde ilginç bir nüans vardır. Bir kılıç darbesiyle altı başı koparılan ejderha, “Yedincisini de kes, bu işi bitir” der. Halbuki hikâyeye göre eğer yedincisi de kesilirse diğerleri de canlanıp daha korkunç bir ejderha haline gelecektir.
Gerçekte bu hikâyede bir hakikat payı vardır. İnsaf sınırlarını zorlayacak şekilde had hudud tanımadan, kişilerin şahsiyetine ve yanlışlarının yanında doğrularına da yönelen saldırılar, hem daha da düşman olmasına, hem de, kişiyi mazlûm rolüne düşürdüğü için taraftar kazanmasına sebep olacak ve haksızlık da kuvvet bulacaktır.
Risâle-i Nur’da da izah edildiği gibi Batılılardakinin aksine bizde kalb ve hissiyât daha hâkimdir. Zaten böyle bir temâyülü olan Doğu toplumları, dikkat edilmediğinde hemen aklı bir tarafa itip, dizgini ve kılıcı öfkenin eline verebilmektedir. Batının, aralarında bunca farklılık olmasına rağmen birlik ve ittifakı, Doğunun ise başta hak ve hakikat ve mazlûmiyet gibi had ve hesaba gelmez ittifak noktaları varken aralarındaki ihtilâf ve keşmekeşin mühim sebeplerinden birisi de budur. Hissiyata dokunan basit hadiselerle artık bir daha bir araya gelmeyi imkânsız hale getiren rekabetler ve düşmanlıklar ortaya çıkabilmektedir.
Bizde bu hususiyet bariz olduğu için olsa gerek, bu yönde “Öfke ile kalkan zararla oturur” gibi pek çok atasözü vardır. Ayrıca “Öfke baldan tatlıdır” sözü ile de aklı kullanmanın, ikna edici fikirler serdetmenin ve ilmî müzakerenin zor, nefis ve şeytanın hilesinin ise çekici olduğu anlatılır. Kur’ân’da ise “Öfkelerini yutanlar” medhedilir ve akabinde de cennet vaad edilir.
Gerçekte öfkeyi yutmak, asabîliği terk etmek ve sükûnet ile, hem medeniyet hem de ihlâs arasında bir irtibat vardır. Peygamberimiz (asm) kendisine kaba davranan, inkârda inad ve ısrar eden bedevilere karşı sabırla anlatmaya ve İslâm’ı tebliğe devam etmiştir. Hz. Ali (ra) savaş esnasında kendisini öfkelendiren düşmanını, ihlâsın gereği olarak affedip öldürmekten vazgeçmiş ve hidayetine vesile olmuştur.
Herkesin her sahada kendisini uzman zannetmesi, “Amerika’nın tavuklarına” kadar gereksiz malûmata ilgi duyması ve haber kirliliği gibi hususlar asabî ruhların hastalığına ve akılların divaneleşmesine sebep oluyor.
Belki de ‘vazifemizin sadece tebliğ olduğu’, ‘teklif var ısrar yok’, ‘hidayet Allah’tandır’, ‘imtihan sırrı ya da kader ve kazaya iman ve tevekkül’ gibi hakikatleri ihmal etmemiz bir türlü sükûnete kavuşamamamızın esas sebeblerinden.
12.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|