Ülke olarak, millet olarak, toplum ve aile olarak, hatta tek tek fertler olarak, bilhassa günümüzde, birbirine zıt iki tercihle karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz.
Bunlardan biri nurlu, aydınlık yol; diğeri ise ateşli, alevli yoldur.
Manzara ortada. Bir taraftan helâl dairede, iman ve hidayet dairesinde hayatını sürdürmek için olağanüstü bir gayret, ferâgat ve fedakârlıkla çalışıp didinen bir nesil var. Bir taraftan da, her türlü harama bulaşabilen, her türlü kebâirle hayatını zehir ederek, ufunetli bataklıklar ve karanlıklar içinde düşe kalka giden bir nesil var.
İkisi de bu milletin evlâdı. İkisi de Müslüman evlâdı. İkisi de bu toplumun içinde yaşıyor. Ancak, hayat, yaşayış ve anlayışları arasındaki farklar dağlar kadar fark var.
Bozulanların içinde de kalbi ölmemiş, aklı sönmemiş olanlar vardır elbet. Ancak, fıtrat o derece bozulmuş, irade o derece zayıflamış ki, kendini hiçbir tehlikeden koruyamaz bir hale gelmiş.
Kendi neslimiz, aslında dünyaya bir emsâldir.
Zira, Üstad Bediüzzaman'ın tâbiriyle "Dünya büyük bir mânevî buhran geçiriyor."
İşte, şimdi tam da o buhranın içindeyiz. Evlâdımız, yeni nesillerimiz, ihanet odakları tarafından kundaklanan ateşlere yakalanmış, alevlerin içinde yanıyor.
Bu, nasıl bir yangındır ki, dünyaları gibi âhiretlerini de yakıyor?
Yangını bilmek, saçtığı dehşetin farkında olmak, söndürmesini bilmek ve mutlak sûrette koşup söndürmeye çalışmak gerek.
Aksi halde, o yangının bizim bacamızı da, hanemizi de sarıp sarmalaması kaçınılmaz olacaktır.
Kaldı ki, yangını seyretmek, himmet ve hamiyet sahiplerine asla yakışmaz.
* * *
Şükürler olsun ki, bugün hem o yangını söndürecek fahrî, gönüllü ve yetişmiş itfaiye erleri de var.
Canla başla çalışıyorlar.
Evlâdımızı, yeni neslimizi alevlerin içinden kurtarmaya gayret ediyorlar.
Fakat, yangın o derece dehşetlidir ki, zaman zaman en korumalı gibi görünen hanelere ve o hanedeki mâsumlara da sıçrayabiliyor.
Bu sebeple, gafil davranmaya hiç gelmez. Daima uyanık ve teyakkuzda olmalı.
Yine şükürler olsun ki, bugün için ellere verilebilecek, akıllara, kalplere sunulacak bir nur var önümüzde.
Bu, doğrudan doğruya Kur'ân'ın nuruna dayanan Risâle–i Nur'dur.
Evet, Kur'ân'ın feyzinden akıp gelen bu nurdur ki, yüz binlerin, hatta milyonların imanını kurtarmaya vesile olmuştur. Meydandadır.
Aynı nur, iman kurtarma hizmetini bugün de bihakkın yerine getiriyor. Kim ihtiyaç duyarsa, onun imdadına yetişiyor. Yeter ki, ona ihtiyaç duyulsun.
Nasıl ihtiyaç duyulmasın ki? İşte görüyoruz, evlâdımız adeta ateş çemberinde. Bir kısmı alevler içinde tutuşmuş yanıyor.
Hem tutuşanları kurtarmak, hem de diğerlerinin o ateşe düşmesine mâni olmak için, himmet ve hamiyet sahiplerinin seferber olması kaçınılmaz bir hale gelmiştir.
Ne mutlu, böyle bir hizmet yolunda, gönüllü itfaiye erleri olarak çalışıp çabalayanlara...
(Bu meyanda söylenecek daha çoook sözler var.)
GÜNÜN TARİHİ 12 Şubat 1869
19. asrın siyasî dehâsı: Fuad Paşa
K eçecizade Fuad Paşanın vefâtı. Zekâsı, dirayet ve iktidarı, zerafet ve nüktedanlığı ve bilhassa hazırcevaplılığıyla tanınmış olan Fuad Paşa, tedâvi için gittiği Fransa'nın Nice şehrinde 54 yaşında vefât etti.
* * *
Biyografisi: Şair Keçecizâde İzzet Molla'nın oğlu olan M. Fuad, 1815'te İstanbul'da doğdu.
Tıbbîye tahsilinden sonra Trablusgarb'a gitti. Orada bir süre kaldı. Dönüşte, Babıâli Tercüme Odasına girdi ve başmütercimliğe kadar yükseldi.
Daha sonra, Londra Sefareti başkâtipliğine getirildi. Ardından İspanya ortaelçisi oldu.
Balkanlarda başlayan milliyetçilik dalgalanmaları sebebiyle, bölgede sükûneti sağlamak için kritik vazifelerde bulundu. Bu sebeple, diplomaside iyi bir tecrübe sahibi oldu.
Rus Çarlığı ile yaşanan gerginlik sebebiyle, Moskova'ya fevkalâde elçilik sıfatıyla gönderildi. 4 Ekim 1849'da, padişahın mektubunu Çar'a verdi. Özellikle mülteciler meselesinin müzakereler yoluyla halledilmesini sağladı.
İstanbul'a dönünce (1850), kendisine mükâfat olarak imtiyaz nişanı verildi. Bir süre Bursa'da kalan Fuad Efendi, Cevdet Efendi (Paşa) ile birlikte Kavâid-i Osmaniye (Osmanlıca Kuralları) adlı gramer kitabını yazdı; Şirket-i Hayriye'nin tüzük tasarısını kaleme aldı.
Bursa'dan dönüşünde, o sırada kurulan Encümen-i Dâniş'e Sadaret Müsteşarı sıfatıyla âzâ tayin edildi. Sadrazam Reşid Paşa tarafından Mısır'a gönderildi. Mısır dönüşünde ise, Hariciye Nazırlığına getirildi.
Bir ara Suriye'de çıkan mahalli bir sıkıntıyı halletmek için oraya gitti.
Suriye'de bulunduğu esnada, Sultan Abdülmecid Han vefat etti. Tahta Sultan Abdülaziz Han geçti.
Yeni padişah, Meclis-i Vâlâ ile Meclis-i Âlî-i Tanzimat'ı birleştirerek, reisliğine Fuad Paşa'yı getirdi.
Kısa bir süre sonra, sadrazamlığa tayin edilen (22 Kasım 1861) Fuad Paşa, bir buçuk yıl kaldığı Suriye'den ayrılarak İstanbul'a döndü.
Sadrâzamlığı esnasında, çok uğraşmasına rağmen, bilhassa devletin malî durumunu tam istediği seviyeye getiremedi. Bundan büyük üzüntü duydu.
Milliyet fikirlerinin Rumeli'de yayılması yüzünden, gittikçe ağırlaşan siyasî durumu da ileri sürerek, sadaretten istifa etti.
Ancak, yine de devlet hizmetinden kopmadı. Sultan Abdülaziz Hanın Mısır seyahatinde ona refakat etti.
Dönüşte, Yâver-i Ekrem ünvanını aldı. Çok geçmeden, seraskerlik görevi üzerinde kalmak üzere, ikinci defa sadarete getirildi.
Devlette reform yapılması gereken hususları rapor ederek padişaha sundu. Ancak, görevden alındı ve yine Âlî Paşa getirtildi. Bunun üzerine, beşinci kez Hariciye Nazırı oldu. Sultan Abdülaziz'in Avrupa seyahatine katıldı.
Kalp hastalığı sebebiyle, bu seyahatten yorgun ve hasta döndü, doktorların tavsiyesine uyarak kışı geçirmek üzere gittiği Fransa'nın Nice şehrinde vefat etti.
Cenazesi İstanbul'a getirilerek, Peykhane sokağındaki türbesine yerleştirildi.
Tarihe geçen sözleri
Tanzimat döneminin üç büyük sadrâzâmından biri olan Keçecizâde Mehmed Fuad Paşanın, Osmanlı devlet adamları arasında apayrı bir yeri var. Âlim, hekim ve diplomat olmanın yanında, güzel hitabeti ve nüktedanlığıyla tanınan bir şahsiyettir. Ayrıca, o devrin diplomasi lisânı Fransızca'yı bir Fransız kadar bilmesi, onun ülke ve dünya çapında tanınmasına sebep oldu.
Fuad Paşanın, Tanzimat hareketiyle Osmanlı'yı Avrupa'nın kültür, sanayi ve medeniyetiyle yarışabilir bir hale getirmedeki gayretine ışık tutan önemli bazı konuşmaları var. Bir tanesi şöyledir: "Vatansever geçinen bazı cahiller, eski usûllerle de geçmişteki heybetin canlandırılabileceğini savunuyor. Bu, mümkün değildir. Dünya bizden ileri gitmiştir. Biz de ilerledik elbette. Ama bu ilerleyiş, Avrupa'da söz sahibi olarak yaşayabilmemiz ve asrımızın ihtiyaçları nokta–i nazarında hiç hükmündedir. Sizi temin ederim ki, geçmiş asırlarda faydası görülmüş kànun ve düzenlemeler, bugünkü durumda millet için zararlıdır. Devletimizin bütün siyasî ve idarî işleyişini, Avrupa standartlarına göre yenilemekten ve onlarla terakkiyatta yarışmaktan başka çaremiz yoktur."
Dünya siyaseti
Fuad Paşanın, dünya siyaseti hakkında yaptığı kısa bir genel değerlendirmesini de aktararak bitirelim. Şöyle diyor: "Almanya, Fransa ve İngiltere varlıklarını daha çok uzun süre devam ettirecektir. Ama Karadağ, Sırbistan veya Ermenistan gibi ne kendilerine ne hiç kimseye bir yararı dokunmayan, insanlığın gelişmesine zararlı, dünya barışını sürekli tehdit eden anlamsız devletçikler, insanoğlunun eski çırpınışlarının antik kalıntıları olarak istikbalin fatihleri için kolay birer av olmaktan öteye asla geçemeyeceklerdir." (26 Aralık 2004 tarihli Radikal'den, )
12.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|