İnsan beyni üzerine yapılan araştırmalar neticesinde artık beynin sırları büyük ölçüde çözülmüş durumda.
Kadın beyni ve erkek beyninin birbirinden farklı özelliklere sahip olduğu tesbiti de bu araştırmaların neticelerinden…
Feministlerin büyük öfkesini çeken bu konudaki son çalışmalardan bir tanesi Nöroloji uzmanı Louann Brizendine’ye ait.
Brizendine, çalışmalarını Kadın Beyni adlı bir kitapta toplamış.
Kitaptan bazı tesbitler:
* Kadınların çok konuşmasının sebebi, hücre çokluğundan kaynaklanıyor. Kadınların beyninde, özellikle duygu ve hafızadan sorumlu sinir hücreleri erkeklerden % 11 daha fazla.
* Erkeklerin beyinlerindeki cinsellikle ilgili alanlar kadınlarda olan benzer yapılara kıyasla iki kat daha büyük.
* Erkekler çoğunlukla birbirleriyle zıtlaşmaktan ve rekabetten hoşlanıyor, hatta bundan müsbet sonuçlar çıkartıyorlar. Kadınlardaysa zıtlaşma ve rekabet hissi gerginlik, üzüntü, korku, çatışma anlamına geliyor. Herhangi bir olayda arada kalma düşüncesi bile kadın beyni tarafından ilişkiye yönelik bir tehdit olarak algılanıyor.
Nörolog Brizendine, beyin farklılığını “Kadınların beyni, duygularını geliştirmesi için sekiz şeritli bir otobana sahip, erkeklerinki ise bir karayolu” sözleriyle açıklıyor…
İnsanlarla ahenk içinde yaşayabilmek, bu farklı yaratılışın bilincinde olup, ona göre davranmakla mümkün. Ne dersiniz?
Sinan ve mirasyedi torunlar
Muhteşem sultan Kanuni’nin Ser mimarı Mimar Sinan’ın İstanbul’un umulmadık birçok yerinde eserlerini (mescitlerini, camilerini, köprülerini…) görmeniz mümkün… Miras yedi torunlar bu eserlerin çoğunu harap etmiş durumdalar. Pek çoğu kapalı ve kullanılamaz durumda, ama kullanılabilir mekânlara bakınca şunu anlıyorsunuz: Sinan yaşadığı dönemde belli ki eserleriyle İstanbul’u bir dantel gibi süslemiş. Ve eserlerini günü kurtarmak için değil, asırlarca kullanılmak üzere tasarlamış. Malzemedeki kaliteyi, işçiliği, taşa nakşedilen zevki anlayabilmek için de mimar olmaya gerek yok…
Bir devşirme olan Usta Sinan’a o eserleri yaptıran güç şüphesiz imandı…
Bu satırları neden mi yazdım?
Geçtiğimiz günlerde yolum bir vesile o tarafa düştüğünde öğle namazımı cemaatle kılma keyfini yaşadım da ondan.
Caminin içerisini doyasıya tefekkür ettim.
Namaz akabinde, ziyaret ettiğim cami kabristanında medfun olanlara Fatiha hediyeleri gönderdim.
Bahçe parmaklıklarından Boğazı seyrettiğimde, İstanbul silüetindeki gökdelenlere inat, Süleymaniye Camiinin ebede kadar İstanbul’un mücevherlerinden biri olarak kalması için duâ ettim…
İstanbul’da yaşıyorsanız ya da yolunuz İstanbul’dan geçerse, bu keyfi kendinize çok görmeyin!
Türban modası…
Türban başka bir tarzda moda dünyasının gündeminde.
2007 İlkbahar-yaz sezonunda Avrupalı modacılar şapka yerine aksesuar olarak türbanı seçmişler… Prada’nın başlattığı bu hareketi başka modacılar da takip etmiş… Avrupa ve ABD’de bir çok kadın san'atçı şimdiden sahne aksesuarı olarak türbanı tercih etmiş… (3 Şubat 2007, Hürriyet)
Bu yeni modanın iki ortaya çıkış sebebi varmış. Birincisi tasarımcılar çok kültürlülüğe gönderme yapıyorlarmış. İkincisi ise moda tarihiyle ilgiliymiş. Çünkü İngilizler Hindistan’da gördükleri türbanı 19. yüzyılda moda haline getirmişler. 20. yüzyıldaysa birçok Hollywood san'atçısı filmlerinde türban kullanmış.
Ülkemizin kronik problemlerinden birini çağrıştırdığı için haberi dikkatle okudum… Biliyorsunuz ülkemizde kimi çevreler tesettür konusundaki kısıtlamalara türban problemi adını takıyor. Oysa ki, türban ve tesettür kavramı birbirini tam karşılamıyor. Türban, Fransız moda dünyasından ülkemize aşılanmış ve örtünmeden ziyade aksesuar amaçlı kullanılan bir başlık…
Yine de çok kültürlülüğü çağrıştırması yönüyle, müstehcenliğin alabildiğine coştuğu günümüzde hoşgörüyü hatırlatması açısından güzel bir adım…
İster misiniz, türban modası Batıda yaygınlaşsın da, bizimkiler de “İnandığım için değil, moda olduğu için takıyorum” açıklamalarıyla kullanmaya başlasın?
Yakışır…
Bir sema gösterisinin düşündürdükleri…
Geçtiğimiz günlerde oğlumla birlikte takip ettiğimiz hoş gösterilerden bir tanesi de Mevlevî sema ayiniydi… Yer yer Dede Efendiden eserlerle süslenen konser gözlerimizden, kulaklarımızdan ruh ve kalbimize damlayan bir ziyafet mahiyetindeydi… Gerçi zaman zaman oğlum cep telefonunun oyun programına yönelip, “Bunlar dönmeyi ne zaman bırakacaklar anne ya?” diye sorsa da, sabrından ve bana eşlik ettiğinden dolayı ona teşekkür ediyorum…
Hız asrında Mevlevî âyini izlemek ahenkli hareketleri, neyi, semazenleriyle inanın biraz olsun yavaşlamamız ve tefekküre zaman ayırmamız gerektiğini anlatıyor bizlere…
11.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|