Denize nâzır yazlıkta yemeğe oturduklarında, etraftaki sessizliği denizin dalgaları bozuyordu. Kurulan sofranın hareketliliğiyle dizilen yemeklerin tat alma duygusuna yolladıkları mesajlar, vücut kimyasını mide ve iştahın istekleri ile paralel bir şekilde harekete geçiriyordu.
Üç aile, bu sâkin ve dışarıdan fazla fark edilmeyen koyu, birbirine yakın geçici mesken şeklinde yapmışlardı. Yazın belli bir süre buraya gelip kâinat okumalarını burada yaparlardı. Sabahın özel okumaları ve ailelerin kahvaltı programlarından sonra müzakereli konulara geçilirdi. Üç ailenin ortak mekân olarak planladıkları salonda, hayat ve insana dâir kâinat-yaratıcı ve insanların görevleri ışığında metinler okunur ve paylaşımlarda bulunulurdu.
Öğlen ağırlaşan ve müzakere yorgunluğunu hisseden grup, öğleden sonra kendilerine ait saatlerde, denizi seçerlerdi. Yüzmeye gidenlerin yanında, sohbeti devam ettirenler de olurdu. Yeni bir gün ortasında uyuyarak, zinde bir fikirle uyanmak üzere dinlenmeye çekilenler de vardı.
Akşama bir saat kala, aile ortamlarının devam eden sohbetleri, eşlerin ikindi çayı dayanışmaları ve çocukların oyunları devam ederken, üç eski dost da en zirve noktaya çıkıp beraberce ve ayrı ayrı tefekkür menziline girerek, tefekkür mahallinden âleme açılırlardı.
Bugün de yaşadıklarını dost sofrasında yemekle taçlandırıyorlardı. Vücudun, “cismanî lezzeti” denilen maddî mutluluktan hazza dönüşen önemli fonksiyonlardan biri de yemekti. Yemeğin planlanması, ikramı ve ortamı şereflendiren misafirlerle geçirilen hoş sohbetlerle anlamlandırılan konuşmaların hayata yansıyan sonuçları gibi çok boyutlu bir paylaşım aracıydı.
Sofradaki diziliş âhengi, göz zevki ve göz doyumunu beraberinde getirirdi. Rahatlayan bir vücudun, ufku açık bir düşüncenin keyifli ve stresten uzak bir mutluluğu ile birleşip okul yıllarından gelen arkadaşlığın verdiği köklü dostlukla, birlikteliklerini sevgi ve saygı içinde aydınlık geleceğe taşıyan duygu bütünlükleri de işin içine girince, resmiyet ve kuru nezaketten uzak bir içtenliğin buluşması sofranın haz düzeyini inanılmaz kılıyordu.
Bu coşkulu havayı, öğrencilik yıllarına ait bir hatıra ile şenlendirdi Osman; öğrenciyken yemek sırası kendisinde olduğu halde eve biraz geç gelmişti. Hazırladığı pilav için, yağın olmadığını fark ettiğinde akşam biraz geçmişti. Tanıdık bakkal da kapalıydı o saatte. O an cebindeki parasının yetmediğini görünce çok hüzünlenmişti. Neyse ki Ender gelince, mahallenin öbür ucundaki bakkala gidip almıştı. İkisinin cebindeki ancak yağ almaya yetmişti.
Şimdi de bu zengin sofranın kıymetini bilme adına uygun düşünüyor, planlıyor ve tasarladıkları geleceğe kendilerini niyet ve eylem olarak hazırlıyorlardı. Çocukları büyüdükçe, yeni ihtiyaç ve çözümlere karşı kendilerini yetiştirmeliydiler. Bulundukları çalışma sektörleri ayrı ve meslek farklılıkları da olsa, hayatın ortak doğrularını beraberce değerlendirip ortak hafıza içinde birbirlerini desteklemeye ve zihnî sonuçlara ortak etmeye karar vermişlerdi.
Bu dayanışmanın farkındalığı, uzun süredir çevreleri tarafından söyleniyordu. Onlar da bu yüzyılda takım halinde ortak değer oluşturmanın ve bunu herkesin kendi yeteneğine uygun kendi psikolojisi içinde zihinsel tasarımla beraber gerçekleştirmesi gerektiğinin farkındaydılar. Biliyorlardı ki, farkındalığın bir algılama düzeyi olduğunu bilen herkes, sadece fark etmenin yeterli olmadığını bilir. “Neden?” ve “Ne?” sorusu, cevabın kalitesi ile mükemmelleşir. Bunu üç dost yaşıyordu: Osman, Ender ve Mustafa.
“Bismillah” diyerek kaşıklar çorbaya daldığında, öğrencilik hatırasının tatlı tebessümü vardı herkesin yüzünde. Yemeklerin lezzeti hem yaşanıyor hem de düşünülüyordu. Düşünüldükçe, diğer konuşmaların tadı ve ilgi odağındaki konular artıyordu. Yaratıcının kâinatta sunduğu insanların ihtiyaçları, İlâhî mutfağın elinden onların mutfağına uzanıp onlara hazır hâle getirmenin süreçlerini düşünüyordu sofradakiler.
Yemek bitiminde “Elhamdülillah” dedirten sofranın çeşit çeşit tatlandırıcı zevkleri, damakta yaşayan bir lezzet pınarına dönüştü. Ev sahibi Osman, kendi elleriyle ikram ettiği kahvenin, kırk yıl olmasa da 20 yılı geride bıraktığını düşündükçe, içinden “daha nice kahvelere” demek geldi.
Bir kahve kırk yıl, binlerce kahve ve sonsuzluk arzusu...
11.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|