Biri şaka yapıyor olmalı, hem de çok kötü bir şaka. Bütün bunların gerçek olması mümkün değil. Okumaya korktuğum cinayet romanları ya da izlemekten imtina ettiğim korku filmleri değil, hayır hayır bu hayatın ta kendisi, şiddet.
Hergün gazete manşetlerinden ve ana haber bültenlerinden şiddet yağıyor üstümüze. Türkiye’de neler olup bitiyor merakıyla bilgisayar başına geçtiğim her an yıkım yaşıyorum. Peşi sıra gelen felâket haberleri yüzünden içim eziliyor, okumayı kaldırmıyor bünyem. En çok da çocuklara kıyamıyorum.
Elimden yazmak dışında da birşey gelmiyor.
Okullarda şiddet, aile içi şiddet, kadına uygulanan şiddet… Şiddet. Ben okumaktan yoruldum, fakat acılar akmaktan yorulmadı. Ne iç sıkıcı bir yazı öyle değil mi? Ben olsam bundan sonrasına devam etmezdim. Hiçbir şey yokmuş gibi yapardım. Ben rahatım ya, ne annem ne de babam bana bir fiske vurmadı ya, şiddet dedikleri şey ne ki, ben bilmiyorum derdim ve geçer giderdim. Hepimizin yaptığı gibi. Hani toplumsal sorumluluk, hani insanlık bilinci, biz vicdanımızı nereye hapsettik?
Bir sürü araştırma ve anket sonuçları var ortada. Çoğunluğu aynı noktada birleşiyor. Şiddetin temeli ailede atılıyor. Baba anneyi, anne ağabeyi, ağabey küçük kardeşleri dövüyor. Dövülen çocuklar da okulda arkadaşlarına sataşıyor. Bir sorunu çözmenin en iyi yolu şiddet diye yerleşiyor o küçücük dimağlara. Sonra toplumsal suç oranı artıyor. Cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor. Bu ortamda yetişen çocukların kuracakları aileler kendilerinkinden çok da farklı olmuyor ne yazıkki. Sonuç olarak, sosyal anlamda ciddî bir kayıp yaşanıyor.
TBMM’nin geçtiğimiz aylarda yaptığı araştırma sonuçları, Türkiye’deki şiddetin Batılı ülkelere göre daha az olduğunu ortaya çıkarmış. Buna sevinmeli miyiz acaba? Batıya göre daha az çocuk evden kaçıyor, daha az çocuk uyuşturucu belâsına saplanıyor ve hayatını mahvediyor. Hele şükür Batılıları bir noktada geçtik ne güzel öyle değil mi? Siz böyle bir tablo görebildiniz mi? Sizi bilmem ama ben hiç görmedim.
Amerika’da kapkaç olaylarına rastlanmıyor demek yanlış olur. New York’un belli caddeleri akşam yediden sonra tehlikeli, ya da başka eyaletlerdeki zenci mahallerine girmeniz canınızla oynamanız anlamına gelebilir. Fakat ben neden Türkiye’ye gidince her an tetikteyim? Gecesi gündüzü, mekânı olmayan bir korku bu, neden? Çantamı sıkı sıkı koltuğumun altına yapıştırmak zorunda kalıyorum, mendil satan çocukların her an bana saldıracakmış gibi bakmalarına ya da bali çeken çocukların gündüz vakti cadde ortasında bıçak çekmelerine şahit oluyorum? Batıya göre daha iyi durumda olmak içimizi rahatlatmaya yetecek mi?
Burada çocukların hayatı devlet tarafından güvence altına alınmış. Okullarda çocuklar herhangi bir şiddetle karşılaştıklarında nereyi aramaları gerektiğini çok iyi biliyorlar. Bu konuda oldukça iyi eğitilen çocuklar, ebeveynlerini polisi aramakla bile tehdit edebiliyorlar. Aileler sevgiden ya da merhametten değil de hapis korkusundan elini kaldırmıyor evlâtlarına. Yoksa belli bir yaşın altındaki çocuğu evde ya da arabada tek bırakmak, onunla ilgilenmemek bile çok büyük suç teşkil ediyor. Eğer çocuğunuzu çok ağlatırsanız komşunuz sizi polise şikâyet edebiliyor (çocuğuna işkence ediyor diye). Çok dikkatli olmalısınız.
Görüldüğü üzere buradaki denetimler çok daha sıkı. Türkiye’deki çocuklar ailelerini polise şikâyet edebilme haklarının olduğunu bilmiş olsalardı (bu şikâyet sonucu başlarına geleceklerden korkmasalardı) ortaya çıkacak rakamı düşünmek bile istemiyorum. Belki bizim alt komşumuz, belki de karşı apartmanımızda hemen hergün şiddet uygulanıyor. Baba elinde sopa, annenin karşısında bir gardiyan gibi durunca, çocuk zihninde oluşan sahneyi, yıkılan hayalleri, model kavramını bir düşünün!
Şiddetin ortadan kalkması için birşeyler yapalım. Çözüm önerileri Polyannacılıktan öte değil. Oysa ne bu bir masal, ne de kişiler çizgi karakteri. Gerçek kalpler kırılıyor, gerçek hayatlar mahvoluyor.
12.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|