Dinler dünya hayatına âlet edilmeyecek kadar yüksek değerlere sahiptirler. İnandığı dini dünyasına âlet eden hiçbir din mensubu, dininin manevî havasından yeterince istifade edemez. Hele bu din, Kur’ân ve Hadis gibi hazineleri uhdesinde bulunduran, şerefli bir maziye sahip olan ve bütün meselelerini akıllara kabul ettiren İslâm dini ise, durum daha da önem arz etmektedir.
Yüce dinimiz İslâm, dünya hayatını nefislerin ve şeytanların tasallutundan kurtarmak için önemli hükümler vaaz etmektedir. Bu din, sadece Allah rızası dairesinde yaşandığı zaman gerçek anlamını bulabilmektedir. İslâm dinini dünyevî menfaatlerin âleti haline getirmek, dünyada işlenebilecek en büyük cinayetlerdendir.
Bütün inançlar için bile gayr-i ahlâkî ve gayr-ı samîmî olan davranış tarzları, elbette İslâm gibi insanlık cevherini en güzel bir şekilde nazara veren bir din tarafından müsamaha ile karşılanamaz. İslâm her şeyden önce insanların dürüst ve samîmî olmalarını istemektedir. Ana kaynak Kur’ân ve Peygamberin (asm) bütün mesajları, insanların dinî değerleri, dünya menfaatleri için kullanmaması gereğini dile getirmektedir.
Dinimizin bütün gerçekleri ortadayken, dünyanın oldukça çekici olan menfaatleri, çoğu zaman bizleri doğru yoldan çıkarmakta ve manevî değerlerimizi dünyanın geçici hevesleri için kullanmamıza sebep olmaktadır. Bu durumda başkalarını suçlamadan önce kendi hayatımıza bakmamız ve şeytanın bu tuzağına düşüp düşmediğimize bakmamız gerekmektedir. Zira kendimizi, yani yaşantımızı dinimize uydurmamız gerektiği halde, dinimizi kendimize uydurma çabalarımızın her zaman var olabileceğini gözden ırak tutmamamız gerekir diye düşünüyorum.
Dünyevîleşme hastalığının had safhada olduğu zamanımızda, dünya hayatımızı güzelleştirmek için başvurmadığımız fetva makamı kalmamaktadır. En önemlisi de, “Ne yapalım, mecburuz” gerekçesine her zaman bir kurtarıcı gibi yapışabilmekteyiz.
Din adına dinden uzaklaşmaların, dinin içini boşaltmaların, dini siyasete, ticarete, makam ve mevkiye âlet etmelerin oldukça fazla olduğu asrımızda, vicdanımızın sesini dinleme fırsatımız olursa, bu tür tehlikelere bizlerin de rahatlıkla maruz kalabileceğimizi anlarız.
Sadece günümüzün basın ve yayın organlarını gözden geçirirsek, karşı karşıya kaldığımız samimiyetsizlik örneklerini rahatlıkla görebileceğiz. Sadece dinî bir kısım motifleri kullanıp, ekranlarının ve sayfalarının büyük çoğunluğunu dünyevî alanlara hasreden kurumların, toplumda dinî hissiyatı ne kadar çok zayıflattığını görebilmek için fazla çaba göstermeye gerek yoktur sanırım.
Ne yazık ki “Evime dinî bir gazete götürüyorum” veya “Televizyonda dinî yayın yapan kanalları seyrediyorum” diyen bir çok insanımız, aslında dünyevîleşmenin ağırlıklı olarak nazara verildiği gazeteler ve TV’lerle çoluk çocuğuna, sadece adı “Dinî” olan, ama aslında dinin özünden oldukça uzaklaşan değerler kazandırdığının farkında değildir.
Toplumu, kendilerine göre buldukları fetvalarla, ciddî bir muhtevadan yoksun ve içi boşaltılmış bir din anlayışına sevk edenlerin vebalı konusunda bir ölçü ortaya koymak elbette mümkün değildir. Ancak ortaya çıkan sonuçlar itibarıyla böyle yaklaşımların, insanları dinin özüne değil, dünyaya yönelttiğini söyleyebiliriz.
Dinimizin şiddetle men ettiği ikiyüzlülük, yalancılık, samimiyetsizlik, nefsânî hazcılık gibi sıfatlarla imanın gerçeklerine ulaşabilmek elbette mümkün değildir. Dâvâlarını “Hak ve hukuk” üzerine bina etmiş insanlar, vasıtalarını da dâvâlarına uygun bir şekilde meşrû olanlardan seçmelidirler. Doğru olan bir istikamete gitmek isteyen insanların, eğri büğrü vasıtalarla hedeflerine varmaları mümkün değildir.
Hiçbirimizin, baştan başa doğruluklar üzerinde bina edilen dinimiz adına yalanlardan medet umma hakkımız olmamalıdır. “Doğru İslâmiyet ve İslâmiyete lâyık doğruluk” prensibini hayatımıza geçirebilirsek ve dünyanın yalanla, dolanla süslendirilmiş çirkin yüzüne önem vermezsek hem dünyada hem de ahirette kazananlardan oluruz şüphesiz...
13.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|