Aslında sorulması gereken soru şu: ABD’nin Irak’ta seçeneği kaldı mı? Bu sorunun müsbet cevabı var ve verildi, ama Bush yönetimi bunu es geçti ve uygulamak istemiyor. Bu da Baker-Hamilton raporunun öngördüğü istikamettir. Bu anlamda Irak’ta uygulanmayan bir Amerikan seçeneği var. Ve hâlâ da en uygulanabilir seçenek bu. Buna göre Baker ve Hamilton bir takvim çerçevesinde Amerikan askerlerinin Irak’tan çekilmesi gerektiğini savunuyor. Bunun temini için de iki yaklaşım tarzı teklif ediyor. Birisi, çekilme tertibatını Suriye ve İran gibi ülkelerle müzakere halinde yürütmek. İkincisi, işgal sonrasında Sünniler aleyhinde değişen dengeyi tamir etmek için gerekli mekanizmaları harekete geçirmek. Bunun için Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkelerin yapıcı rolüne atıfta bulunuluyor. Bu teklif, ABD’nin Sünnilik yapmasından öte, Irak’ta yönetilemez hale getiren kayıp dengeyi yeniden tamir etmesini amaçlıyor. Zira işgalden sonra ABD aracı sınıf olarak gördüğü Şii ve Kürtleri kullanmak için ister istemez bir Kürtleştirme ve Şiileştirme politikası uyguladı, ama bu ülkeyi ve geleceğini kilitledi.
ABD’nin B takımı olan Caferi ve Maliki gibiler İran’ın A takımı idi ve bunlar iktidara gelince Sünniler ağırlıklarını kaybettikleri gibi, ABD de siyasî insiyatifi İran’a kaptırmış oldu. Bu, işleri iyice karıştırdığı gibi İran-ABD gerilimi için ilâve bir unsur haline geldi. ABD’yi de siyasî olarak bunalttı. Irak’taki çözümün adresi hâlâ bu vizyon. Buna göre ABD, İran ve Suriye ile Irak üzerinde müzakereler yapacak. İkincisi, Sünniler aleyhinde kaybolan denge yeniden sağlanacak. Aslında bu sünnilik yapmaktan ziyade taifiye üzerinden Irak’ın parçalanmasına engel olmanın çarelerinden biri olarak kendisini dayatıyor. Daha doğrusu Bremer’in hatalarını düzeltmekten başka bir şey değil. Baker kendi adını taşıyan raporuyla, Bremer’in yanlışlarının düzeltilmesini teklif ediyor. Zaten raporuna bölgeden tek itiraz İsrail ve Kürtlerden gelmişti. Baker’in sözünü ettiği denge sağlanırsa bu başta İran olmak üzere bütün bölge ülkelerinin lehine olacaktır Aksi takdirde Irak bataklığı sonuçta İran da başta olmak üzere bütün bölge ülkelerini daha fazla içine çekecek ve yıpratacaktır. Bu itibarla, Irak’ta bundan sonra öne çıkması gereken kadrolar taifiyye anlayışını aşan Şii ve Sünni kadrolar olmalıdır. Bugünkü mevcut kadroların bunu aşmak yerine pekiştirdikleri ise müsellem bir gerçektir.
Bugünkü Irak’taki mevcut yönetim Irak’a bağlı olmaktan ziyade çifte bağlılıkla derinden İran’a yüzeysel olarak da ABD’ye bağlıdır. Siyasi kilitlenme nedeni de budur.
***
Buna karşı alınabileek tedbirler ise bellidir. Şimdi ABD buna karşı çare olarak önceliği İran nüfuzuyla mücadeleye vermiş bulunuyor. 20 bin ek kuvvet seferber etmesi, Hakim ez Zemil gibi bakan müsteşarlarını tutuklaması ve onun ötesinde İran’ın Irak büyükelçisinin itiraf ettiği gibi diplomatik statü altında faaliyet sürdüren istihbaratçı İranlıları tutuklaması da bunu gösteriyor. Hekim grubunun davetlisi olarak Irak’a gelen iki İranlı diplomat ile Kuzey Irak’taki bazı irtibat temsilcilerinin tutuklanması bu bağlamda değerlendiriliyor. Bir taraftan güvenlik eksikliğinden dolayı Irak’tan günde 10 bin kişi ülke dışına çıkarken, diğer taraftan da devlet kayıtlarının yok olmasından dolayı Türkiye ve civar ülkelerden Kuzey Irak’a binlerce kişinin transfer ve iskan edildiği söyleniyor. Böylece ülkenin demografik dengesi bir takım gruplar lehine değiştirilmeye çalışılmaktadır. Keza ağırlıklı olarak yurtdışına Sünnilerin göç ettiği varsayılırken yok edilen kayıtların sağladığı kolaylık ve rahatlıkla binlerce İranlının Irak’a geçtiği ve Irak vatandaşlığı aldığı söyleniyor. Bunlar arasında binlerce İranlı ajanının da olduğu söylentiler arasında. Bunlardan bir kısmının Devrim Muhafızları ve Kudüs Ordusu elemanları olduğu varsayımlar arasında bulunuyor. Bundan dolayı kimileri, Irak’ın güneyinin doğrudan İran’ın kontrolüne geçtiğini ve Şiistan haline geldiğini ileri sürüyor. Elbetteki ABD’nin derdi Şii-Sünni dengesini sağlamak değil. Onun derdi kendi yanlışı sonucu Şiileştirme politikası nedeniyle siyasî iktidarın Amerikan kontrolü dışına çıkmasıdır. Bunu tamir etmeye çalışıyor ve bunun için de Maliki hükümetine milislerin tasfiyesi için baskı uyguluyor. Bakalım karşılıklı olarak bu oyuna ne kadar dayanabilecekler. Bu anlamda Maliki hükümetinin günlerinin sayılı olduğu da ileri sürülüyor.
***
ABD’nin insiyatifi yeniden sağlamak için önünde üç aşamalı bir plan var. Bunlardan birisi, Şii milisleri pasifize etmek veya etkisizleştirmek. Buna paralel olarak eski Baascıları ve askerleri yeniden göreve çağırmak. Son sıralarda ABD buna matuf gayretler içine girmiştir ve bazı Amerikalılar direniş arasında ayrım gözetmeye ve istimale politikasıyla onları yanına çekmeye çalışıyor. Bunlara ‘onurlu şerefli direnişçiler’ diyor. Baassızlaştırmadan sonra yeniden Baaslaştırma politikası beklenen meyvaları verir mi, bilinmez ama ABD’nin son çaresinin Irak’ta kendisine bağlı kadrolara askerî bir darbe yaptırmak olduğu söyleniyor. Ama mevcut Irak ordusu kırılgan. İkincisi, böyle bir durumda Kürtler bağımsızlıklarını ilân edebilirler ve Şii milisler de karşı koyabilirler. Sonuçları garanti olmayabilir veya kaosu daha da arttırabilir. Dolayısıyla bu seçenekler seçenek mi seçeneksizlik mi o da belli değil. Ama hâlâ bir seçenek var o da Baker-Hamilton raporunun gösterdikleridir. Bu bağlamda, Enver Sedat’ın 1977’de Knesset’e ani bir ziyarette bulunması ve Nixon döneminde Kissinger’in aynı şekilde Pekin’e gitmesine benzer şekilde bu işi kotarabilecek tek isim olan Baker’in Kum’a gitmesi teklif ediliyor. Neden Rice değil de Baker? Çünkü Rice’ın bunu kotarabilecek çapta olmadığı söyleniyor. Kapasitesi yetmiyor. Bugün Neocon tasallutu altında bulunan Bush yönetimi aynı zamanda kaht-ı rical tehdidi altında da bulunuyor. İran tarafı da aynı şekilde. Çözüm dışarıdaki kadrolarda. Eğer Irak’ta orta bir çözüm bulunamazsa uç çözümler herkes için aynı derecede felaket tohumları taşıyor.
13.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|