21. yüzyılda Risâle-i Nur’u tekrar okumak
“Dünle beraber gitti, düne ait ne varsa
cancağızım. Bugün yeni şeyler söylemek lâzım”
Böyle diyor Mevlânâ Celâleddin-i Rumî. Bütün hakikat sahibi din âlimlerinde olduğu gibi Mevlânâ da söylediği gibi yaşıyor. Yaşamadığını yazmıyor. Yüzyıllar sonra bile okunan eserleriyle, “Fîhi Mafih”i ile, ama özellikle “Mesnevî”siyle yeni bir şeyler söylemenin ne demek olduğunu bizzat yaşayarak göstermiş oluyor. Zaten “Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol” diyen de yine Hz. Mevlânâ.
Bediüzzaman Said Nursî de 20. yüzyılın başında bir din âlimi olarak “artık yeni şeyler söylemek lâzım” geldiğini fark ediyor. “Eski hal muhal,” diyor, “ya yeni hal, veya izmihlâl”1 diye sesleniyor. Bediüzzaman da tıpkı Mevlânâ gibi samimî ve hakikatli bir din âlimi olduğunu gösteriyor. Ve belki en önemlisi her ikisi de “yeni şeyler” söylerken, kendilerinden “yeni şeyler” söylemiyorlar. Çünkü her ikisi de Kelâm-ı Ezelî’den ilham alarak söylüyorlar. O zaman anlıyorum ki “yeni şeyler” söylemekten Mevlânâ’nın, “yeni hal”den Bediüzzamanın kastı Kur’ân’ı “yeniden söylemek”, “yeniden okumak”, Kur’ân’a “yeniden muhatap olabilmek”... Bazılarının anladığı ve anlatmaya çalıştığı gibi tamamen yeni şeyler söylemek değil.
Ama 20. yüzyılda yeni bir şeyler söylemenin çok daha zor olduğunu hemen belirtelim. Çünkü o kadar çok hadise ve gelişme yaşanmış ki bu yüzyılda. İlber Ortaylı’nın son zamanlardaki popüler kitabı “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” ifadesinden ilham alarak bu yüzyıl için “insanlığın en uzun yüzyıl”ı desek yeridir. İki dünya savaşı, komünizm, bilimsel gelişmeler vs... 20. yüzyıl’da “yeni şeyler” söyleyecek olan kişinin bütün bunları dikkate alarak söylemesi gerekiyor.
Neyse ki Bediüzzaman “Risâle-i Nur” ile 20. yüzyılda bile yeni şeyler söyleyebiliyor. Yeni şeyler söylemeyi başarabiliyor. Çünkü yine Risâle-i Nurda geçen enfes ifadeyle söyleyecek olursak “Zaman ihtiyarlandıkça Kur’ân gençleşiyor...”2 Risâle-i Nur “Kurân’ın hakikî bir tefsiri”3 olarak “Yalnız Kur’ân’ın tesis ettiği tevhid ve iman esası üzerinde işliyor”4 Tam da burada Bediüzzaman’ın neden Risâle-i Nurları yazarken tevhîd-i kıble ettiğini, yani yönünü sadece Kur’ân’a çevirdiğini daha iyi anlıyor insan. Hakikaten de Kur’ân’dan başka hangi kitap, hangi söz 20. yüzyıldaki insanlığın problemlerine çare sunabilirdi ki... Başka hangi kelâmda Kur’ân’ın genişliği var, başka hangi kelâm “Ezelî ve Ebedî” bir Zat’a ait?
Evet, zaman sür’atle akıp geçiyor. Yıllar, onyıllara, onyıllar yüzyıllara hatta binyıllara dönüşüyor. 20. yüzyıl bile gelip geçti insanlık tarihinden. “Artık yeni şeyler söylemek lâzım”. Bunu yaparken yine Kur’ân’dan ve Risâle-i Nur’dan da ilham almamız gerekiyor. Çünkü Risâle-i Nur kıyamete kadar insanları aydınlatacak kadar geniş ve derinlikli bir Kur’ân aynası. Görünen o ki 21. yüzyılın sorunlarına da bu iki kaynaktan çareler sunabiliriz.
Evet! Risâle-i Nur’a az çok muhatap olan insanlar olarak artık önümüzde 21. yüzyıl var. Değişen değer yargılarını, ahlâk kavramını, düşünce sistemini yeniden okumak boynumuzun borcu. Ve bunlara dair yeni şeyler söylemek lâzım;
Meselâ, komünizm çökmüş olabilir. Ama iman-küfür mücadelesinin kıyamete kadar süreceği bir gerçek. Öyleyse, küfrün, dalâletin sadece komünizmden ibaret olmadığını iyi anlamak lâzım.
Meselâ ruhsuz ve insana tam anlamıyla materyalist bir açıdan yaklaşan kapitalizmin dindar insanlar arasında bile yaygınlaşma eğilimi gösterdiğini görmek lâzım. Ve Bediüzzaman’ın başka hiçbir asırdaşının yapmadığı bir biçimde “İktisat Risâlesi” yazmasının sebebini yeniden sorgulamak lâzım. Hayatı boyunca paraya ve güce endeksli hiçbir organizasyona dahil olmamasının, bir de, bu açıdan irdelenmesi lâzım.
Meselâ, Batı dünyasını etkileyen post-modernizmi ve bunun sosyal hayata nasıl ilginç bir biçimde yansıdığını iyi algılamak gerekiyor. İdealleri olmayan, gününü gün etmenin dışında bir amacı olmayan, kendi çıkarlarından başka hiçbir değer yargısı kabul etmeyen bir hayat anlayışının Müslümanlar arasında da etkili olduğunu görmek gerekiyor. Buna Risâle-i Nur tarzı bir hizmet metodunun ancak karşı çıkabileceğini anlatmak gerekiyor.
Meselâ, 20. yüzyılda ateizm-komünizm gibi açıktan Allah’ı inkâr (inkâr-ı ulûhiyet) gibi sorunlara bedel, 21. yüzyılda daha ziyade ahlâksızlık sorununun ön plana çıkacağı anlaşılıyor. Çoğu kimsenin açıktan Allah’ı inkâr etmemesine, hatta birçoklarının inandığını ifade etmesine karşılık, ahlâksızlığın-günahın yaygınlaştığına maalesef şahit oluyoruz.
İşte Risâle-i Nur’un “İman-küfür Muvazeneleri” ve “Gençlik Rehberi” gibi eserlerini asıl bu ahlâksızlık-günah sorununun çözümüne yönelik olarak tekrar okumak gerekiyor. Bilhassa Risâle-i Nur’da sıkça geçen “günahın bu dünyada dahi insana elem vermesini” hatta “günahın kendisinin elem”5 olduğunu bir şekilde insanlara tekrar anlatmak gerekiyor. Risâle-i Nurdaki “takva” kavramına yapılan vurgunun, birtek günahtan kaçınmanın “yüzer vacip işlemek gibi”6 olduğunu anlatan “takva” tanımlamasının da yine bu eksende tekrar gündeme gelmesi gerekiyor.
Meselâ...
Uzun lâfın kısası “... madem ömür kısadır, madem gayet lüzumlu vazifeler–hâlâ–pek çoktur”7, ve madem 21. yüzyılda da “gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’âniye omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş.”8 Öyle ise bu Kurân ve iman hizmetinde hiç vakit kaybetmeden, “malayani şeylerle vaktimizi telef”9 etmeden daha çok çalışmak ve gayret etmek gerekiyor.
Dipnotlar:
1- Münâzarât
2- Tuluat ve Lemeat
3- 1. Şuâ
4- Tarihçe-i Hayat
5- 13. Söz, 17. Lem’a ve daha pek çok yerde benzer ifadeler geçiyor.
6- Kastamonu Lâhikası
7- 16. Mektub
8- 21. Lem’a
9- 16. Mektub
|