“Bir dervişi gördüm, başını Kâbe’nin eşiğine koymuş: ‘Ey yargılayan, ey esirgeyen Allah’ım, pek zalim, pek cahil olan bir insandan Sana lâyık ne beklenir ki’ diye inliyor ve diyordu ki: ‘Kulluğumdaki eksikler için özür dilemeye geldim. Çünkü ibadetime güvenim yok. Arifler, ibadetlerindeki kusurlar için istiğfar ederler. Âsilerse günahları için tövbe ederler. Âbitler ibadetlerinin mükâfatını, tâcirler mallarının pahasını isterler. Ben kulun da, ibadetimi değil, ümidimi getirdim; bir alış veriş için değil, dilenmek için geldim. Benim hakkımda Sana yakışanı yap, bana lâyık olanı değil! Öldürsen de, bağışlasan da yüzüm gözüm Senin eşiğindedir. Kölenin hükmü olmaz. Sen ne buyurursan ben onu yaparım.”
Sadi Gülistan’ında anlatıyor bu örneği. Ne kadar müthiş bir duâ değil mi? Yapılan ibadetler ne kadar çok olursa olsun zaten geçmişte aldığımız nimetlerin karşılığı. Onların bile hakkını ödeyemezken nerde kaldı ki, ibadetlerimizi yâd ederek Allah’tan birşeyler isteyelim. Ümitle gitmek, acz ve fakrımızı dile getirmek, hata ve kusurlarımız sebebiyle utancımızı dile getirmek, affa lâyık bir amelimiz olmadığı halde Onun sonsuz rahmet ve bağışına bel bağlamak, hakkımızda lâyık olduğumuz değil, Onun şanına yakışanı istemek ne kadar güzel!
Sadi devam ediyor: “Kâbe’nin kapısında bir dilenci gördüm. Yana yakıla ağlıyor, şöyle diyordu: ‘Allah’ım, ibadetimi kabul eyle, demiyorum ben; affının kalemiyle günahımı sil!’ diyorum”1
“Geylanlı Abdülkadir’i Kâbe avlusunda görmüştüm. Çakıl taşlarına yüzünü koymuş: ‘Allah’ım,’ diyordu, ‘Affet! Eğer mutlak cezalanacaksam beni kıyamette kör dirilt ki iyilerin karşısında utanmayayım!”2
Yetmişi aşkın Sa’dî de, yaşlılığını affı için bir şefaatçi olarak kullanır:
“Âdettir, kul sahipleri ihtiyar köleyi âzat ederler. Sen de ihtiyar kulunu esirge, ey dünyaları bezeyen Allah’ım!
“Rızâ Kâbesinin yolunu tut, Sadi! Ey Allah adamı, Allah yolunu tut! Yazık bu kapıdan yüz döndürene! Bir başka kapı bulamaz çünkü.”3
Hz. Üstadın şu duâsı da oldukça ilginç değil mi? “Senin Said ismindeki mahlukun ve masnuun ve abdin, hem asi, hem aciz, hem gafil, hem alil, hem zelil, hem müsi, hem müsin, hem şakî, hem Seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde kırk sene sonra nedamet edip Senin dergâhına avdet etmek istiyor. Senin rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatiatlarını itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlerle mübtela olmuş, Sana tazarru ve niyaz eder. Eğer kemal-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen, zaten o Senin şanındır; çünkü Erhamürrâhiminsin. Eğer kabul etmezsen, Senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki dergâhına gidilsin. Senden başka hak Mabud yoktur ki ona iltica edilsin.”4
Böyle duâlara ne kadar muhtacız değil mi?
Dipnotlar:
1- Gülistan, s. 80. 2- A.g.e. s. 80-81. 3- A.g.e., s. 126. 4- Mesnevî-i Nuriye, s. 143.
18.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|