Akıl/ilim, araştırmalar göstermiştir ki, atomdan yıldızlara, milyonlarca hayvan türleri ve bitki çeşitlerine dek her varlığın hem kendi içinde hem de diğer bütün unsurlarla öyle harika/girift bağlantıları var ki, içeriden değil, mutlaka dıştan sonsuz bir akıl, ilim, irade ve güç sahibi tarafından idare ve sevk edilmesi gerekir. Hayvan ve bitkilerin de ilhamla/İlâhî bir sevkle yönlendirildiklerine delil, onların yaptığı harika işleri yüz milyonlarca akıllı, şuurlu ve bilgili insanın bir araya geldikleri halde yapamamaları, âciz kalmalarıdır.
Meselâ kedi gibi bazı hayvanların gözü kör olduğunda, kaderin sevkiyle gidip gözüne ilâç olan otu bulup sürmesi, kartal gibi (etobur) kuşların fersah fersah uzaklardaki hayvan ölüsünü fark etmesi, bir günlük arı yavrusunun havada bir günlük mesafede izini kaybetmeyerek ve yuvasını karıştırmayarak gelip girmesi; bülbülün yuvasını çorap gibi örmesi, anestezi yapan sivrisinek, binlerce kilometre uzaklara göç eden kuş ve balıkların yerlerini bulması vs. bütün bunlar, nasıl içgüdü olabilir? Demek, onlar İlâhî sevkle hareket eder ve onlara ilhamen bildirilir. İlâhî Kudret’in izniyle bütün hayvanların melâikeden bir çobanı var ki onları yönlendiriyor1
Yavru ördek, yumurtadan çıktığı anda yüzmesini becerebiliyor. Kozadan çıkan karıncalar, hemen dehliz kazmaya başlıyorlar. Arı, çok kısa zamanda san'at hârikası olan peteği; örümcek ise, gergef inceliğindeki ağını örebiliyor. Bir arının bir çay kaşığı balı yapabilmek için günde 18 bin çiçeğe konduğu, fennin tesbitleri arasındadır. (Sanki her bir çiçek, 18 bin âlemden birisini temsil ediyor). Bu kadar karmaşık yolları dolaştıktan sonra tekrar kovanını bulması, içgüdüyle izah edilip geçiştirilebilir mi?
Keza tavuk, inek, kurt, kedi, köpek gibi hayvanların depremin yaklaştığını hissetmeleri de ilim ve tecrübeyle sabittir. Ki, kimi garip sesler çıkarıyor, kimisinin vücut hareketleri değişiyor, kimisi deprem bölgesini terk ediyor...
Kilometrelerce ötede yumurtalarını bırakıp dönen yılan balıklarının yavruları, yumurtadan çıkar çıkmaz yola koyulur ve annelerini sanki elleriyle koymuş gibi bulurlar. Bunu İlâhî bir sevkten başka ne ile izah edebiliriz? Hayvanlarda gördüğümüz bu hârikulâdelik, ancak ve ancak Allah’ın (cc) bir vergisi olarak açıklanırsa, işte o zaman buna aklî ve mantikî bir açıklamayla bakılabilir.
Ya patates, soğan, pancar gibi sebzeler, toprak altındaki karanlıkta nasıl büyüyüp gelişiyor? İpek gibi yumuşak kökler nasıl taşı toprağı deliyor, ihtiyaçları olan kimyevî elementleri (gıdayı) hassas ölçüyle şaşırmadan nasıl ayırt edip alıyorlar?
Ne yazık ki, 19-20’nci asrı, etkisi altına alıp çalkalayan seküler, lâdinî, ateist felsefe sevk-i İlâhî’yi, “Kendi kendine oluyor veya tabiatın icâbı” diyerek “içgüdü” kılıfıyla örttü.
Atomdan galaksilere kadar her şey, nasıl yörüngesinden sapmadan nizam ve intizam içinde yoluna devam ediyor? Bunlar apaçık, sevk-i İlâhî, yani Allah’ın varlığı ve birliğini göstermez mi?
Dipnot:
1- Emirdağ Lâhikası, s. 81.
18.02.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|