Kurduğu devleti Kur’ân’ın ezelî ve ebedî hakikatlerine dayandıran Osmanlı bu hakikatlere sahip çıktığı müddetçe ilerlemiş, yükselmiş, dünyayı dize getirmiş, insanlık ve medeniyet dersi vermiştir.
Bu ruhtan kopmaya başladığında da gerilemiş ve nihayet çöküp gitmiş, tarihe kavuşmuştur.
İslâmın hakikatlerinden biri enaniyeti, nefsi ve nefsin arzularını ayaklar altına alıp kendini kusurlu görmedir. İslâm büyükleri ilk etapta hep nefislerini aşağılayarak işe başlamışlardır. Değil nefsi yüceltmek, aksine hor ve hakir görmüş, nefis yönüyle fani olurlarken rıza-yı İlâhiyeye doğru kanat çırpmışlardır.
Osman Gazinin babası Ertuğrul Gazinin Şeyh Edebali’nin evinde misafir olduğunda duvarda asılı duran Kur’ân’a saygısızlık olur diye ayağını uzatıp yatmadığını biliyoruz. Fatihlerde, Yavuzlarda Kur’ân hakikatlerinin nasıl hükmettiğini görmemek mümkün değil. Nice sultan da Kur’ân’ın hakikatlerine gönülden bağlı edilir. Bu vesileyle Kur’ân’a bağlı toplumların yükseleceği, aksi halde alçalacaklarıyla ilgili hadis-i şerifi de hatırlamış oluyoruz. Kur’ân maddeten ve mânen kalkınmayı netice veren İlâhî hakikatler hazinesi değil midir?
Mesele bu hazineden yeteri kadarınca faydalanıp hayatı onunla aydınlatmak, anlamlandırmak, sağa sola sapmadan istikametle geçirebilmektir.
Meselâ Kosova Meydan Muharebesinden önce fırtına çıktığında Sultan Murad ellerini kaldırıp Rabbine yaptığı duâda İslâmı, Kur’ân’ı nasıl içine sindirdiğini hemen görüyoruz. O ki duâsında kendi kusurlarını öne sürmekte, kendini Rabbine adamakta, sırf ümmet-i Muhammed’i düşünmektedir. Onların İslâmı hayatlarına nasıl yansıttıklarını ve bu ruhu canlı tuttukları sürecede muzaffer olduklarını, cepheden cepheye koştuklarnı görmemek mümkün değil. Şöyle duâ ediyordu Sultan Murad:
“Ey Rabbim, bu fırtına eğer şu aciz kulunun günahları yüzünden çıktıysa, masum askerlerimi cezalandırma. Onlar ki Senin adını yüceltmek ve dinine inanmayanlara duyurmak için buraya kadar geldiler. Bu fırtına âfetini onların üzerinden defeyle. Ve Senin şanına lâyık bir zafer kazanmalarını nasip eyle. Onlara öyle bir zafer ver ki, bütün Müslümanlar bayram ede. Müslümanları mansur eyle, muzaffer eyle. Dilersen o bayram gününde şu Murat kulun Sana kurban olsun.”
Evet, onlar onca başarılar, zaferler kazanıyorlar, fakat bunu aslâ kendilerine mal etmiyorlar; kusurları kendinde, başarıları ekiplerinde buluyorlar, zaferden zafere koşuyorlardı.
14.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|