Bir yazarın yeni bir kitabı çıktı. İsmi: "II. Abdülhamid'de Yanılanlar."
Kitabın yazarı, "yanılanlar" listesine Bediüzzaman Said Nursî'yi de dahil etmiş.
Kendince gerekçeleri sıralayan yazara göre, Said Nursî Sultan Abdülhamid hakkında çok aldanmış ve daha sonra bu yanılgısını anlayarak kendini "paylama"ya yönelmiş.
Acaba öyle midir?
İlmin izzetini koruyarak ve muhakemenin terazisini sağlam tutarak, bu tarihî meseleye etraflıca bakmak gerek.
Sultan Abdülhamid ve Üstad Bediüzzaman
Bediüzzaman Said Nursî'nin Sultan Abdülhamid hakkında yanıldığını ve bu yanılgısını da kabul ettiğini iddia eden yazar, bu iddiasını destekleyecek bir tek söz, bir tek delil zikretmiyor, daha doğrusu zikredemiyor.
Zira, hakikatte öyle bir durum söz konusu dahi değil.
Yazarın zikrettiği iktibaslar ise, mânâ ve makam ve maksat itibariyle "yanılgı iddiası"yla uzaktan yakından bir alâkası bulunmuyor.
Hemen ifade edelim ki, Üstad Bediüzzaman'ın Sultan Abdülhamid'in şahsını hedef alan, kötüleyen veya küçük düşüren bir tek sözüne rastlanılmış değil.
Bilâkis, şahsî hayatı itibariyle Abdülhamid'i diğer padişahlar arasında "bir veli derecesinde" gördüğünü ifade ile ona "Şefkatli padişah" ve "Sultân–ı mazlûm" diyor. (Bkz: Münâzarât ve Divân–ı Harb–i Örfî'deki ilgili bahisler.)
Bununla beraber, Sultan Abdülhamid'in 33 yıl takip ettiği siyaseti ve yine kendi tâbiriyle "mecbur olduğu istibdadı" yerden yere vuran Said Nursî, "İstibdada her nerede rastlarsam, sille vuracağım" demiş ve demekte berdevam olmuştur.
Şu farkla ki, zamanla gördüğü ve bizzat mâruz kaldığı istibdatları derecelendirirken, Sultan Abdülhamid devrini "zayıf istibdat", Meşrûtiyet idaresini "şiddetli istibdat", Cumhuriyet dönemindeki uygulamaları ise "mutlak istibdat" şeklinde tarif ve tasvir etmiştir.
Evet, Said Nursî, bu mânâdaki bakış ve değerlendirme tarzını hiçbir zaman ve hiçbir eserinde değiştirmiş değil.
Dolayısıyla, "Yanıldım" veya "Özür dilerim" demesini gerektirecek bir durum söz konusu dahi değil.
İşte bunun ispat delilleri...
Said Nursî, defalarca tabedilen ve yıllar sonra tekrar gözden geçirerek neşrettiği Divân–ı Harb–i Örfî isimli eserinin başında (Mukaddime'de) aynen şöyle diyor: "Vaktâ ki hürriyet divanelikle yâd olunurdu; zayıf istibdat tımarhaneyi bana mektep eyledi. Vaktâ ki itidal, istikamet; irtica ile iltibas olundu; Meşrutiyette şiddetli istibdat, hapishaneyi mektep yaptı."
Bu ifadeler gösteriyor ki, Sultan Abdülhamid dönemini "zayıf istibdat" olarak görüp öyle tasvir ettiği için, tımarhaneye gönderilmekle "taltif" edilmiş.
Gördüğü taltifi de aynı eserin sonunda şu sözlerle izah ediyor: "Evvel (1908'den evvel) Şark'ta fenalığın sebebi, Şark'ın uzvu hastalanmış zannediyordum. Vaktâ ki, hasta olan İstanbul’u gördüm, nabzını tuttum, teşrih ettim (açıp baktım). Anladım ki, kalbindeki hastalıktır, her tarafa sirayet eder. Tedâvisine çalıştım; bir divânelikle taltif edildim." (Age, s. 87)
Evet, buna mümâsil daha birçok delil vardır ki, Said Nursî Sultan Abdülhamid'in şahsıyla değil, ancak siyasetiyle hesaplaşmış ve pençeleşmiştir.
Bütün kuvvetiyle hürriyet ve maarif için çalışan Said Nursî, Dersaadet'e gelerek fikir ve kanaatini ifade etmesine mukabil, burada Mutlakiyet hükümeti tarafından hapishane ve tımarhaneye gönderilerek cezalandırılmış.
Zaman ise, fikre ceza ile mukabele eden Sultan Abdülhamid'i değil, Üstad Bediüzzaman'ı haklı çıkarmış.
Bu durumda, akıl, fikir, iz'an, vicdan diyor ki, aldanan kişi Said Nursî değil; olsa olsa bir başkası olabilir.
(Devamı var)
GÜNÜN TARİHİ (14 Şubat 1945)
Almanya'da en kanlı gün
İkinci Dünya Savaşının sonlarına doğru, Almanya'da beklenmedik ve hiç görülmedik kanlı bir hadise yaşandı: Almanya'nın sanayi şehri Dresden'i hedef seçen müttefik orduları, bu şehri geceli gündüzlü olmak üzere havadan bombalamaya başladı.
Her saniyesi ölüm kusan bu saldırılar sonucunda, sivil Alman kaybının 130 binin üzerinde olduğu tahmin ediliyor.
* * *
Amerika'nın da sonradan katıldığı İngiliz, Fransız ve Sovyet Rusya'dan müteşekkil müttefik bloku, beş yıldır savaşa tutuştukları Almanya'ya öldürücü darbeleri indirmek için, 11 Şubat'ta bir toplantı düzenledi.
Yalta'da toplanan ilgili ülke liderleri, insanlık tarihinin bu en kanlı savaşını bitirmek için, aralarında bir anlaşmaya vardılar. Bu anlaşmaya göre, başta Almanya olmak üzere, Japonya, İtalya ve karşı blokun diğer devletleri kesin bir mağlubiyete uğratılıncaya kadar, en yıkıcı ve öldürücü silâhların kullanılmasından hiç çekinilmeyecek.
Nitekim, öyle oldu. Bu tarihten sonra Almanlara ağır kayıplar verdiren müttefik kuvvetler, birkaç ay sonra kullandıkları atom bombasıyla, bir anda yüz binlerce insanın ölümüne sebebiyet verdiler.
(Amerika'nın Japonya'nın şehirlerine attığı atom bombası, yaklaşık 250 bin insanın ölümüne yol açtı. Savaş da bu noktadan itibaren sona ermiş oldu.)
14.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|