Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

288. madde, bahtsızlık

Gazeteci Faruk Çakır’ın Danıştay’da yaşanan elim cinayet dolayısıyla yargılanmasına sebep olan “Oyun geri tepti” başlıklı haberi mümkün olsa da basından, yargıdan, bilim çevresinden yüz kişiye gönderip okutabilsek. ‘Bu yazıda devam eden soruşturma nedeniyle yargıyı tesir altında bırakmak ve devletin askerî kuvvetlerini aşağılamak fikrini buluyor musunuz?’ diye sorsak.

Gazeteci Faruk Çakır bu iki iddia ile yargılanmış, orduyu aşağılamak iddiasından beraatine, ancak yargıyı etkilemek iddiasından mahkûm edilmiştir. Mahkûmiyeti sağlayan TCK 288. madde ile, devam eden dâvâ dolayısıyla savcıları, hakimleri ve mahkemeyi etkilemek suç sayılmış.

Faruk Çakır’ın ne yazısında ne niyetinde ne de kişiliğinde adliyeyle bir alış verişi yoktur. Adliyeyi hedeflemek olayı da özel niyeti gerektirir. Faruk Çakır yirmi küsûr yıldır gazetecilik yapmış, son olarak sorumlu yazı işleri müdürlüğü yapmaktadır. Çakır yazısında topladığı haberleri aktarmıştır. Burada A’sıyla B’siyle niyet haber vermektir. Hal böyleyken dâvâ mahkûmiyetle sonuçlanmıştır. TCK’nın 288. maddesini adalet için şanssızlık ve bahtsızlık olarak kabul ederiz. Adliyeyi bir iki haberle yönlendirilebilir kabul etmek asıl yargıya hakaret olur. Adliyede hizmet sunan yargı ve savcılar, beyaza yaklaşan saçları ve saçlarının her teli kadar gördükleri dâvâlarla yetişmiş tecrübeli insanlardır. Adliyenin korunmak için TCK 288’e ihtiyacı yoktur. İnsanlar dışarda konuşsunlar, miting yapsınlar, toplantılar yapsınlar, hükümet konuşsun, bilimadamları konuşsun; adliye bunlardan etkilenmez. Adliye sağlam temeller üzerine kurulmuştur.

Bir konuşma ya da yazıyla adliye kararını değiştirecek zayıflıkta değildir. Böyle bir maddenin gerekliliği adliyeyi zayıf bulmaktan geçmektedir, bu da adliyeye hakarettir. Adliyeyi incitir.

Mahkûmiyet kararı içimi jilet gibi kesmiştir. Temyizi için tüm yargı yollarını kullanacağım, gerekirse AİHM’e gideceğim. Verilen bu mahkûmiyet kararıyla Türk demokrasisinin bulunduğu konumu göstermeye çalışacağım. Söylevle, nutukla AB'ye girilmez. Batıda olduğu gibi yargı da bu ülkeyi demokrasiye taşıma ve götürmede sorumluluk sahibidir.

Av. Turgut İNAL

14.02.2007


İmrenilen bir sıfat: Masumiyet

İnsan niye imrenir, niye gıpta eder? Cevabı çok basit. Çünkü, yaratılışında var. İnsan, istemeye, imrenmeye, arzu duymaya, hatta kıskanmaya, hasede meyillidir. Özellikle kendisinde bulunmayan bazı hususiyetleri ister, bunlar için büyük iştiyak duyar. Kıskanma ölçülerine varmadığı, hasede dönüşmediği müddetçe, isteme, imrenme, arzu duyma, dileme zararlı değildir. İslâmda imrenme makbul görülürken, hased yerilmiş ve kınanmıştır.

Peki, insan neye imrenir, neye gıpta eder? İşte bu sorunun cevabı o kadar basit değildir? İnsan, başka bir insanda bulunan bir çok şeye imrenir, başka bir insanda bulunan bir çok hususiyetin kendisinde de bulunmasını ister. İstediği, iştiyak duyduğu bu hususiyetler dünyevî de olabilir, uhrevî de. Bir çırpıda, “İşte şunlara şunlara imrenir” diye tam ve muntazam bir liste çıkarmak mümkün değildir.

Bu hususta tam ve muntazam bir liste çıkartamasak da, insanda bulunması muhtemel sıfat, vasıf, hususiyetleri ortaya koyarak bir değerlendirme yapabiliriz.

Bir insanda bulunması muhtemel hususiyetler, öncelikle olumlu-olumsuz olmalarına göre tasnif edilebilir. Daha sonra, uhrevî-dünyevî olmalarına göre bir ayrıma tabi tutulabilir. Bir başka ayrımı, insanın ruhî ve bedenî özellikleri noktasında yapabiliriz. Burada hemen belirtelim ki, insanın bedenine ait hususiyetleri, Allah (cc) tarafından verilmiş olup, kazanılmış değildir. Ve bundan dolayı da, bedenî hususiyetler noktasında, ne imrenme, ne övünme, ne de yerinme doğru bir davranış değildir.

Bedenî hususiyetler dışarıda tutularak, insanların ne tür vasıf ve sıfatlara bir arada sahip olabileceklerini, dört başlıkta belirtmek mümkündür. 1- Bir insanda, “tevazu, takva, hoşgörü, alçakgönüllülük, sabır, metanet, şefkât, merhamet, adalet, tok gözlülük, cömertlik, itidal, akl-ı selim, kâlb-i selim, cesaret, kararlılık, iman, itikat, ibadet ve benzer özellikler” bir arada bulunabilir. 2- Başka bir insanda, “kibir, isyan, gurur, sabırsızlık, korkaklık, acımasızlık, merhametsizlik, haksızlık, aç gözlülük, cimrilik, katılık, nankörlük, imansızlık ve benzer özellikler” bir arada toplanmış olabilir. 3- Diğer bir insan, “zenginlik, ilim, cimrilik, cesaret, sabırsızlık, hak tanımama, nezaket, merhametsizlik, iyilik bilmezlik, vb gibi” özellikleri üzerinde taşıyabilir. 4- Başka bir insan ise, “fakirlik, cömertlik, iyilik bilirlik, ümmilik, adalet, cesaret, sabırsızlık, nezaket, merhametsizlik, vb. gibi” özelliklere sahip olabilir.

Dört başlık altında sıraladığım bu insan tiplerinin ilk ikisi (1, 2) çok net, ama son ikisi (3, 4) o kadar net değil. İlk ikisinden birincisi, mü’min, diğeri ise mü’min olmayan insandır. Diğer ikisinin, (yani 3 ve 4 numaranın) mü’min ya da mü’min olmaması mümkündür. Niye mi? Her mü’min’in, yalnızca 1 numaralı özellikleri üzerinde bulundurması istenen bir durum olsa da bu her zaman mümkün olmuyor. Mü’min kişi, bazen mü’mine ait olmayan özelliklerle de hareket edebiliyor. Ne gibi derseniz, cimrilik, korkaklık, sabırsızlık, vb gibi. Öte yandan, mü’min olmayan bazı insanlar da mü’mine ait bazı özellikleri üzerinde bulundurabilir. Ne gibi diye soracak olursanız. Cömertlik, iyilik bilirlik, cesaret, şefkât, vb gibi.

Şimdi geldik, konumuzun en hassas noktasına. Yukarıda, bir mü’minin mutlaka üzerinde bulundurması gereken özellikleri arasında masumiyeti, suçsuzluğu, günahsızlığı saymadım. Konuya masumiyet, günahsızlık, suçsuzluk noktasında baktığımızda durum değişir. Vicdan sahibi olan herkes, olumlu özelliklere imrenir, yani mü’mine ait olan özellikleri beğenir. Bu özellikleri üzerinde taşımak ister. Ama iş uygulamaya gelince iş değişir. Niye mi? Çünkü, nefis ve şeytan araya girer. Siz de biliyor ve görüyorsunuz ki, küçük günahları su içer gibi işleyebilen, büyük günahlara da nefsinin alt etmesiyle düşebilen, adalet eksenli davranmayan, kudret gösterisine giren, velhâsıl dünyaya aldanan binlerce mü’min var. Allah’a çok şükür mü’miniz, ama her zaman günahlardan berî değiliz. Diğer bir anlatımla, “masum değiliz.”

Peki kimler masumdur ve kimler en çok imrenilmeye lâyıktır? Hiç düşünmeden, hızlıca cevap verebiliriz ki, bebekler-çocuklar masumdur. Yine aynı hızla devam edebiliriz ki, peygamberler masumdur. Masumiyet, bu iki grup insanın asıl ve değişmez vasfıdır. Öyleyse, tüm vasıflarına, hususiyetlerine imrenilecek iki grup insan peygamberler ile bebekler ve çocuklardır.

Peygamberleri, bebekleri-çocukları çok seviyorum. Yalnızca masumlara imreniyorum. İsteyen istesin, zenginliği, iktidarı, parayı, saltanatı, gösterişi. Bence imrenilmesi gereken ön önemli hususiyet: Masumiyet.

Ahmet SANDAL

14.02.2007


Sizin de tuğranız olsun!

Tarihî camilerde, çeşmelerde, Osmanlı dönemine ait saraylarda vs. görmüşsünüzdür şaşaalı tuğraları. Bunların çoğu mermer taşlarına kazınmıştır ya da kabartılmıştır. Altın yaldızla bezenmesi de, bir o kadar ihtişamını artırır. Bu kadar ihtişamlı yapılmasının bir haklı sebebi vardır tabiî ki. 600 sene boyunca her zaman genç bir insan gibi ayakta dimdik kalarak, gittiği her yere güzellik götüren bir Osmanlı; hemen hemen bütün maddî eserlerine kendisini tanıttıracak tuğralar koyacak tabiî ki. Siz olsanız eserlerinize imza atmaz mısınız? İşte onlar da bıraktıkları eserlerine imzalarını (tuğralarını) atmış ya da nakşetmişlerdir.

Bayramın ikinci gününün gecesi Beşiktaş’ta yürüyorum. Dolmabahçe Sarayı kapısını fark ettim. Çok güzel bir görüntüsü vardı. Sarayın girişini görenler bilir, kapı mermerden yapılmış ve üstünde çok güzel bir tuğra var...

Mermer, tuğra, Osmanlı derken affınıza sığınarak şöyle bir teşbih yapacağım:

Aslında her insan, bir Osmalı gibi tuğra sahibi olabilir. “Ahirette kendisini kurtaracak”1 bir eser bırakması lâzım tabiî ki. Ve bence o eser, “Gençlikte yapılan ibadetler mermer taşına yazılır, ihtiyarlıktakiler ise kuma yazılır” güzel sözündeki gençlikte yapılan ibadetlerdir. Peki niçin mermer taşı?.. Çünkü gençlerde Said Nursî Hazretleri’nin işaret ettiği gibi “nefs-i emmâre” daha ziyade hükmeder. Şeytan, gençlerle daha ziyade meşguldur. Dünyalık görünen her şeyi tatlı bir bal olarak gösterir ona. Ne var ki bal zehirlidir. İşte mütedeyyin genç, bütün bunları atlattığı için, îfâ ettiği amellerinin hasenâtı mermer taşına yazılır.

Hem şeytan bir bakıma suç ortağı arayan bir psikolojik hasta gibidir. Allah’ın huzurundan kovulduğu ve yeri cehennem olduğu için suç ortağı arama gibi bir hâlet-i ruhiye içindedir her zaman. “Ben gidiyorum, başkasını da kendimle götüreyim” dercesine hareket eder. Hele gençlerin Allah’a ibadet etmesini hiç çekemez.

Gençlerin ‘mermer taşı üzerindeki tuğra’ misâli kendilerini ahirette kurtaracak eserler ortaya koymaları, yani ihlâsla yaptığı ameller, şeytanı daha çok öfkelendirir. Bir bakıma târümâr eder.

Evet şeytan hiç rahat durmaz. Çünkü artık kaybedeceği bir şey yok, gideceği yer belli. Bu yüzden mukaddesâta hep mani olmak ister. Engel olamadığı an da vesvese verir. Aslında vesvese de bir bakıma tesellî kaynağımız olmalı. Bu durum bizi rahatlatmalı. Çünkü şeytan, ahirete nispeten boş işlerle meşgul olan ehl-i dünya ile fazla uğraşmaz. Onlar zaten onun yolunda. Şeytan, özellikle Allah yolunda olanlarla uğraşır ki, bu bizim için bir göstergedir.

Velhâsıl ihlâsla, samimiyetle yapacağımız ibadetlerimiz, kâmil kul olmaya giden bir yoldur. Dünya imtihan dünyası ve şeytan bu imtihanla beraber devreye giriyor. Aldatıcı dünya ve aldatıcı şeytan, en zorlu etabı, en zor kısmıdır imtihanın. Ve yine bu zorlukları aştığı için amellerimiz tuğra hükmünde ve mermer taşına yazılmaktadır. Çok iyi bir not ile niye bu imtihanı kazanmayalım ki? Salih bir genç neden olmayalım ki? Ahirette şeytana ve bu dünyadaki müdavimlerine göğsümüzü gere gere tuğramızı (amellerimizi) göstermek ne güzel değil mi?

Birbirimiz için kalbî duâ etmeliyiz, gençlik gibi maddî-manevî nimetler bahş eden Allah’a. Aynı zamanda hidayete daha ermeyenler için, salih amel işleyen kullar olmayı nasip etsin duâsı olmalı dilimizde. Bir nev'î empati gibi, kendimizde var olan bir hasleti, güzelliği, başkası için de istemeliyiz. Bu Müslüman olmanın gereği.2 Bu nimetler bize has değil. Duâ edelim en kalbî olanından, duâ…

Yazımı Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin, bir hadisten murad edilen mânâ şeklinde aktardığı şu veciz sözüyle noktalamak istiyorum. Bence bu söz, anlatmak istediğim düşüncelerime ve unutup da yazamadığım sözlere çok güzel bir tecümandır: “En hayırlı genç odur ki, ihtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak, gençlik hevesâtına esir olmayıp gaflette boğulmayandır...”

Dipnotlar :

1- “Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.” (Bediüzzaman Said Nursî)

2- “Kendiniz için istediğiniz bir şeyi mü’min kardeşiniz için istemedikçe hakikî mü’min olamazsınız” (Hadis-i Şerif)

[email protected]

Ali KARABİBER

14.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004