Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

... Sizi topraktan yarattığında da, siz annelerinizin karnında ceninler halinde iken de, O sizi hakkıyla bilir. Nefislerinizi temize çıkarmayın. Kimin takvâ sahibi olduğunu O bilir.

Necm Sûresi: 32

14.02.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

İlmin tehlikesi, unutmak; zâyi edilmesi, ehil olmayana öğretmektir.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, 7

14.02.2007


Adalet müessesesi hiçbir şeyden etkilenmemeli

Muhterem hâkimler, yirmi sekiz sene emsâlsiz ihânetlere, işkencelere, tarassud ve hapislere mâruz kaldım. Bütün bu iftira ve isnadların esâsı birkaç noktaya dayanır:

1. En birinci ithamları, beni rejim aleyhtarı olarak telâkkî etmeleridir. Malûmdur ki, her hükûmette muhâlifler bulunur. Âsâyişe, emniyete dokunmamak şartıyla, hiç kimse vicdânıyla, kalbiyle kabul ettiği bir fikirden, bir metoddan dolayı mes’ul olmaz. Bu hukûkî bir müteârifedir.

Dîninde çok mutaassıb ve cebbâr bir hükûmet olan İngilizlerin yüz sene hâkimiyetleri altında bulunan yüz milyondan ziyâde Müslümanlar, İngilizlerin küfür rejimlerini kabul etmeyip Kur’ân ile reddettikleri halde, İngiliz mahkemeleri şimdiye kadar onlara o cihetten ilişmedi.

Burada ve bütün İslâm hükûmetlerinde eskiden beri Yahudîler, Nasrânîler tâbî oldukları memleketin dînine, kudsî rejimine muhâlif, zıt ve mûteriz bulundukları halde, o hükûmetler hiçbir zaman kanunlarla onlara o cihetten ilişmediler.

Hazret-i Ömer, hilâfeti zamanında, âdi bir Hıristiyan ile mahkemede birlikte muhâkeme olundular. Halbuki, o Hıristiyan İslâm hükûmetinin mukaddes rejimlerine, dinlerine, kanunlara muhâlif iken, mahkemede onun o hali nazara alınmaması açıkça gösterir ki; adâlet müessesesi hiçbir cereyâna kapılmaz, hiçbir tarafgirliğe kaymaz. Bu, din ve vicdan hürriyetinin bir ana umdesidir ki, komünist olmayan Şarkta, Garbda, bütün dünya adâlet müesseselerinde cârî ve hâkimdir.

Ben de, din ve vicdan hürriyetinin bu ana umdesine güvenerek, yüzlerce âyât-ı Kur’âniyeye istinâden, medeniyetin bozuk kısmına, hürriyet perdesi altında yürüyen mutlak bir istibdâda, lâiklik maskesi altında dîne ve dindarlara karşı tatbik edilen en ağır bir baskıya muhâlefet etmiş isem, kanunlar haricine mi çıkmış oldum? Yoksa, Anayasanın hakîki ve samîmî müdâfaasını mı yapmış bulundum? Haksızlığa karşı, zulme karşı, kanunsuzluğa karşı muhâlefet, hiçbir hükûmette suç sayılmaz; bilâkis, muhâlefet meşrû ve samîmî bir muvâzene-i adâlet unsurudur.

Tarihçe-i Hayat, s. 564

Lügatçe:

müteârife: Bilinen.

Nasrânî: Hıristiyan.

mûteriz: İtiraz eden.

cârî: Geçerli, işleyen.

âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân âyetleri.

istibdâd: Baskı.

muvâzene-i adâlet: Adalet dengesi.

14.02.2007


ESMA-İ HÜSNA

Zü’l-Arş

Allah (c.c.), Zü’l-Arş’tır. Yani, Cenâb-ı Hak zerrelerden kürelere, cüz’iyâttan külliyâta, küçük parçacıklardan büyük varlıklara bütün kâinata hâkim emrin, irâdenin ve mukadderâtın sahibidir, Arş-ı A’lâ’nın Rabbidir, Mâlikidir, Hâkimidir.

Zü’l-Arş ismi Kur’ân’da geçer. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Muhakkak bu Kur’ân, Zü’l-Arş yanında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen şerefli bir elçinin getirdiği bir sözdür.”1

Bedîüzzaman’a göre, Cenâb-ı Hak, saltanatında varlıkları îcat etme ve yönetme bakımından dâireler teşkil eder. O dâirelerde birer rubûbiyet arşı, yani tasarruf merkezi olabilecek birer semâ tabakası bulundurur, mahlûkatın tertibinde ayrı ayrı isim ve unvanları tecellî ettirir.2 Rubûbiyet saltanatı için her bir semâ dâiresi bir arş, yani İlâhî tasarruflara bir merkez hükmündedir.3

Cenâb-ı Hakkın emir ve irâdesi için “hava,” ilim ve hikmeti için “nûr,” ihsan ve rahmeti için “su,” muhafaza ve ihyası için ise “toprak” birer arştırlar. Allah Teâlâ bu arşlardan havayı, nûru ve suyu yeryüzü mahlûkatı üstünde gezdirmektedir.4 Toprak ise, yeryüzünün en esrarlı tâcıdır.5

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, Cenâb-ı Allah’ın rubûbiyet saltanatı her şeyi kuşatan Arş-ı A’lânın nezdinde hükmetmektedir.6 Cenâb-ı Allah her şeyi ihâta eden arş-ı azamın küllî işlerinden, tâ kalbin en gizli ve en cüz’î hatıralarına, arzularına ve duâlarına kadar her şeye hâkimdir, her şeyi bilir, her şeyi işitir ve her şeyi idâre eder, böylece rubûbiyetinin eşsiz ihtişâmını gösterir.7 Birbirinden yüksek olan Cennetin sekiz tabakasından her birinin damı arş-ı azamdır.8

Bediüzzaman’a göre, nûrânî birer hayat sahibi olan her bir melek, ruh sür’atinde arştan dünyaya, dünyadan arşa inip çıkmaktadır. Her kâmil ve kalp ehli olan velî, seyr ü sülûk ile arştan ve Allah’ın isim ve sıfat dâiresinden kırk günde geçebilmekte, rûhen bir dakîkada arşa kadar çıkabilmektedir. Her îmân ehli, bir nev’î mîracı olan namazda, kâinatı arkasına alıp Allah’ın huzuruna yükselmektedir.9

Keskin nazar sahibi Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylânî’nin (k.s.) yerde iken arş-ı azamı ve İsrafîl’in asil ve heybetli sûretini izlediğini beyan eden10 Bedîüzzaman, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) yüksek rûhunun, elbette Arş-ı A’lâya kadar cismi ile birlikte yükseldiğini kaydeder.11

Bediüzzaman’a göre, Kur’ân ve îmân hakîkatleri ile Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) dâvâsı, Arş-ı Azamda, semâvât dâirelerinde ve kâinat mukadderâtının mânevî gazetelerinde her an neşrolunmakta ve her köşede bahsolunmaktadır. Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) mübârek kalbinden tâ arşa kadar, cin ve şeytan için hiçbir müdâhale imkânı olmamıştır.12 Zâten Kur’ân doğrudan Arş-ı A’lâya dayanmış13 Arş-ı Azamdan, İsm-i Âzamdan ve her ismin en büyük mertebesinden gelmiştir.

Bundandır ki, Arş-ı Azamın kuşattığı bütün alanlar, Kur’ân’ın ilgi alanına girmektedir.14

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Tekvir Sûresi: 19-21; 2- Sözler, s. 518; 3- A.g.e., s. 519; 4- Mektubat, s. 216; 5- Sözler, s. 225; 6- Lem’alar, s. 107; 7- A.g.e., s. 361; 8- Sözler, s. 461; 9- A.g.e., s. 520, 525; 10- Mektubat, s. 215; 11- Sözler, s. 520; 12- Lem’alar, s. 373; 13- Mektubat, s. 187; 14- İşârâtü’l-İ’câz, s. 15.

14.02.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Adiyy b. Hâtem Peygamber Efendimiz’i (asm) ziyaret ettiğinde henüz Müslüman olmamıştı. Peygamber Efendimiz’in (asm) insanlar arasında fitne atan birisi olduğunu zannediyor, onun insanlara değer vermediğini düşünüyordu.

Bir gün bu düşüncelerle Peygamber Efendimizi (asm) ziyaret etti.

Peygamber Efendimiz'de (asm) üzerine oturması için kendisine bir minder uzattı.

Bu davranış Adiyy b. Hatem’i kalbinden vurmuştu. Gördüğü hürmet karşısında düşüncelerinden utanan Adiyy, mindere oturmayıp toprağa oturarak:

“Ey Muhammed! Şehâdet ederim ki, sen yeryüzünde bozgunculuk yapıp büyüklük taslayan kimselerden değilsin!” diye haykırdı.

Adiyy b. Hâtem ardından derhal Müslüman oldu.

(Kenz, 5/55)

Süleyman KÖSMENE

14.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004