Sosyal hayat bir bahçeye benzer. Hayır ve şer, iyi ve fena, temiz ve pis şeyler içinde beraber bulunur. Akıllı insan güzeli ve huzur vereni alır, çirkin ve keder vereni bırakır.1 Allah’a tevekkül ederek topluma hizmete koşar.
Nasıl bir bahçeye giren iyi niyetli, iyimser birisi o bahçedeki meyvelerin iyisini koparır, çamur ve gübrelere dikkat ederek üzerine basmaz. Kuru ve çimenli yerde oturur. Meyvelerin çürük ve kurtlu olanları ile meşgul olmaz. Bahçeden güzel bir şekilde istifade eder. Kötü niyetli ve kötümser biri ise dikkat etmez, çamurlu yere basar, gübrelerin üzerine oturur, meyvelerin çürüklerini görür, kurtlu olanlarını koparır, canı sıkılır ve “Bu bahçede hiç iyi bir şey yoktur” diyerek midesini bulandırır, ayağını çamura bulandırır, elbisesini kirletir. Kendi dikkatsizliğini ve yanlış davranışını görmez; bütün olumsuzlukları görür. İstifade edemez; ama bahçeyi ve bahçıvanı suçlar gider.
İnsanın dünya hayatında kısa bir zaman içinde sosyal hayat sürmesinin amacı, kabiliyetlerini geliştirerek kötülüklerden ve olumsuzluklardan olumlu sonuçlar çıkarabilmeyi öğrenmesidir. Peygamberimizin (asm) “Dünya ahiretin tarlasıdır” buyurması gösteriyor ki, ahiretin mahsulâtı bu dünyadan gitmektedir. İnsanın gerek nefsi ve gerekse sosyal hayata ait amelleri hayır ve şer, sevap ve günah olarak ahirette mahsul vermektedir. İnsanın bütün amelleri yüce Allah’ın “Hafîz” isminin gereği olarak muhafaza edilmekte ve ahirette kendisine iade edilecektir.2
Öyle ise insan saadet-i ebediyeye ve cennete lâyık olabilecek kabiliyet ve istidadı kazanmaya çalışmalıdır. Allah’ın kendisine verdiği akıl ve duygularını hayra ve müsbete kanalize etmelidir. İnsanın kabiliyetleri ancak sosyal hayatta inkişaf eder ve gelişir. Toplum içinde kabiliyetlerini hayra çeviren ve topluma faydalı olan insanın kabiliyetleri iyi yönde gelişirken, şerre ve zarara yönelenin kabiliyetleri de buna göre gelişir. Böyle bir insan şerli bir insandır.
İnsanın kabiliyetlerini hayra çevirmesi ve topluma faydalı olması ancak sosyal insan olmakla mümkündür. Bu da Kur’ân-ı Kerim’e ve onun mübelliği olan Peygambere (asm) kulak vermekle mümkündür. Kur’ân-ı Kerim sosyal hayatta “Hak” prensibini esas alır. Bu prensibin amacı menfaat-i şahsiyeyi temin değil; fazilet ve rıza-ı İlâhîdir. Allah rızası şahsî menfaati terk etmekle kazanılır. Toplumda yardımlaşmayı esas alır. Zekâtın emredilmesi ve faizin yasaklanmasının amacı yardımlaşma prensibini harekete geçirmektir. Bütün bunlar nefsin hevesâtına ve kötü arzularına set çekerek, ruhu ulvî ve yüce gayelere yöneltmek ve insanın ulvî hislerini ve duygularını tatmin etmek içindir. Böylece insan kemâlât-ı insaniyeye sevk edilir ve değerli bir insan olur.3 Bunun için aklın ürünü olan felsefî ilimler ne zaman peygamberlerin ortaya koyduğu diyanet prensiplerine uyarak topluma beraber hizmet etmişlerse insanlık parlak bir sûrette bir saadet ve müreffeh bir sosyal hayat geçirmiştir.4
Sosyal hayatta, toplumu ilgilendiren hükümler eksere, yani çoğunluğa göre verilir.5 İyilik ve hayır çoğunlukta ise toplum iyi, kötülükler iyiliklere galip gelirse toplum bozuk olur. Şerrin bulunmadığı bir hayat muhaldir. Sosyal insan, sosyal hayata katkı sağlayan insandır. Bu da ilmî, ahlâkî her türlü karmaşadan toplumu kurtarmaya yönelik çalışmalar yapmaktır. Sosyal insan bu katkıyı sağlayan ferttir. Böylece toplumu ayakta tutan “Hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet ve asayişe hizmet etmek ve itaati sağlamaktır.”6 Bu amaca hizmet eden her faaliyet topluma hizmettir. Bu hizmeti yapan insan, toplum adamı, yani sosyal insandır.
Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, (2001-İstanbul) s. 41
2- Sözler, s. 83
3- Sözler, s. 122
4- Sözler, s. 497
5- Sözler, s. 373
6- Şuâlar, (1997-İstanbul) s. 307
14.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|