Tokat ismi Türkçe’de bildiğimiz “tokat” kelimesinden gelir. Tokat’ta bulunan kalenin ismi “Comano Pontica” idi. Anadolu’yu fetheden Selçuklu Oğuz Türkleri, bu kaleyi alınca Bizans ordusuna çok ağır bir tokat vurmuş olduğu kabul edildi. Böylece şehre “Tokat” ismi verildi. Tokat ili, tarihî seyrinde ise M.Ö. 2500 - 4000 yılları arasında, yüksek düzeyde san'at ve kültür yaşamına ulaşmıştır. M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren, Kolonileri ile birlikte, Karadeniz’den Polemonion (Ünye) ve Amisos (Samsun) yolu ile Komana’ya (Tokat) gelmiş, güneydeki geleneksel “Kapadokya” ve doğudan gelen Pers kültürü ile kaynaşmıştır. Daha sonra uzun bir dönem içerisinde Roma ve Bizans Egemenliği altına giren Tokat, Danişmend ve Selçuklu Türklerinin siyasî üstünlükleriyle birlikte Maveraünnehir’den gelen İslâm kültürü ile tanışmış ve 900 yıldır devam etmektedir. İnşaallah devam edecektir.
Tokat, tarihî medreseleri, kervansarayları, hamamları, Osmanlı motifli camileri, kervansarayları, meşhur kalesiyle, 11 ilçesiyle ve 120 bine ulaşan merkezî nüfusuyla ve 1833 yılında Tokat’ta doğan Gazi Osman Paşa adı verilen üniversitesiyle istikbale ışık tutmaktadır. Tokat, Topçam Yaylası, Selemen Yaylası, Batmantaş Yaylası, Akbelen Yaylası, Dumanlı Yaylası, Çamiçi Yaylası ve Zinav Gölü, Kaz Gölü, Göllüköy gölü ve Gıj gıj tepesi ve emsâli yerleri ve kaplıcaları ile Türkiye’nin zaman seyri içinde temâşâsına doyum olmayan, Turizm sektöründe en müstesna bir yer alacağı kanaatindeyim. Yeter ki takdim ve reklâmı yapılsın. Harika yerler, harika menziller diyarı. Zaman seylinde çokları sahiller yerine buralara gelecekler ve yaylalarda mukim olacaklardır.
Bu tarihî ve görkemli şehrimizin Yeni Asya gazetesi temsilciliği tarafından takriben 2 ay önce bir konferans dâveti aldım. Konumuz “Mevlânâ’dan Bediüzzaman’a sevgi” başlıklı idi. Bizler de Tokatlı fedakâr ve gayyur kardeşlerimizin gayret ve himmetiyle ve Hz. Allah’ın yardımıyla buraya intikal ettik. Kaldığımız üç gün bir rüya gibi geçti, fakat boş geçmedi. En önemlilerinden biri, mahalli SRT TV’de ilahiyatçı sn. M. Ali Kaya ile yaptığımız canlı mülâkattı. Bir saati içine alan mülâkatın konusu “Ülke insanının birlik ve beraberliği, Cumhuriyet, Bediüzzaman Hazretlerinin Van’da temelini attığı ‘Medresetüzzehra’ üniversitesinin projesi ve gayesi, ittihad-ı İslâm ve dün ile bugünün kıyasları”
Daha sonra Tokat’a yakışır Kültür sarayında lebaleb dolan bu mekânda hiç kimsenin programın sonuna kadar ayrılmadığı bir gecede “Mevlânâ’dan Bediüzzaman sevgi” konferansımızı verdik. Program çok renkli ve akıcı idi. Sn. Sabri Beyin takdimleri, Sn. Azam Yazıcı Beyin öz ve veciz açış konuşması, Kur’ân-ı Kerim tilâveti, küçük kızlarımızın ilâhî resitali ve özellikle uzun yıllardır elinden ud ve musiki âletlerini bırakmayan Yüksel Toker Ağabeyimizin kısa, öz ney taksimi idi.
Sorsalar sen ne yaptın ey Halil Uslu? Bizler de 60 dakikayı geçmemek kaydıyla, yılların birikimi, tecrübesi, salon hakimiyeti neticesinde herkesle diyalog kurarak, rakam ve misâlleri konuşturarak, Hz. Mevlânâ ve Hz. Bediüzzaman sevgisi, başta Hz. Peygamberimizin (asm) muhabbeti ile, aşkla, şevkle, tebessümle ve derin soru işaretleriyle, dünden bugüne ve yarınlara bakarak gönül tellerine vurduk. Alkışlar, gözyaşları ve duâlarla bir yumak haline geldik.
Emeği geçen herkese, başta muhterem Ahmet Kara, Halil, Azam, Ramazan, Yüksel, Osman ve emsâli ağabey ve kardeşlerime ve özellikle İbrahim Tamer gibi gençlerimize binler teşekkür ve tebrikler.
“Hay’dan gelip Hu’ya gittiğimiz gibi”, bir sultanımızdan gelip bir sultanımıza gittik. İşte o sultanlardan birisi Hz. Mevlânâ idi. Sözün özünü ona bırakıyorum bu makalemde:
“Canında bir can var, o canı ara. Beden dağında bir mücevher var, o mücevherin madenini ara. Ey yürüyüp giden sufi, gücün yeterse ara; ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara” (Divan-ı Kebîr)
13.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|