Bediüzzaman rüzgârı
Anadolu, Mart Ayı’nın ortalarından başlayan bir rüzgârın tesirinde. Kendi sinesinden çıkardığı mühim bir zat bu rüzgâra ismini veriyor adeta. Risâle-i Nur Enstitüsü’nün organizatörlüğünde bütün Anadolu ortak tâbirle adeta kıyamda. Konferanslar, paneller, anma toplantıları bu rüzgârın esintileri olarak duruyor karşımızda. Bu rüzgârın tesiri ile Anadolu’nun muhtelif yerlerinde çeşitli sivil toplum kuruluşları da bu rüzgâra güç katıyor, aşk katıyor, şevk katıyor. Hemen herkes yılların hasretini gidermek istercesine Bediüzzaman’la kucaklaşıyor.
Bunlardan bir tanesi de, acizâne bizlerin de kurucu üyesi bulunduğumuz muhtelif meslek ve meşrepteki gönül dostlarımızdan müteşekkil Merzifon Bedesten Kültür ve Çevre Derneği. Bediüzzaman Haftası münasebetiyle çok şükür 31 Mart 2007 tarihinde Merzifon’da da Bediüzzaman Rüzgârı esti. Kıymetli ağabeyimiz Sami Cebeci Beyefendi’nin “Risâle-i Nur Eksenli Sevgi ve Muhabbet” konulu konferansı rüzgârla beraber rahmeti de taşıdı Merzifon topraklarına. Yekvücut bir hoşamedî idi adeta konferans asrın Bediî’sine.
Bir kültür şehri olan Merzifon’daki bu toplantının seyrine baktığımızda, hasbelkader bizlerin de günlük yazı yazdığımız Pusula isimli yerel gazete altı gün boyunca programın ilânını yaptı sahifelerinde. Hem de bir gazete sahifesinin dörtte üçü büyüklüğündeki alana. İki mahalli radyomuz olan Radyo Bay ve Hayat Radyo programa kadar on beş gün boyunca frekanslarını adeta Bediüzzaman’ın emrine tahsis etti ve saat başı toplantının anonsu yapıldı.
Yine mahallî gazetelerimizden üç tanesi programı sahifelerine taşırken, iki tanesi program sonrası konferansı genişçe haber yaptı. Bunlardan bir tanesinin manşeti takdire şayandı:
“Merzifon’da Bediüzzaman Rüzgârı Esti”
Devlet ricalinin tamamına, hatta fazlasına davetiyelerimiz ulaştı. Bediüzzaman ilk kez bu yoğunlukta Merzifonlu dostlarına, kardeşlerine, hemşehrilerine, evlâtlarına “Merhaba” dedi. Öylesine yürekten bir merhaba idi ki bu, toplantıya katılanlara baktığımızda pek çoğu daha önce tanışmadığımız, görüşmediğimiz insanlardan müteşekkildi.
Bazı gönül dostlarımızın ve devlet ricâlinin mühim bir kısmının toplantıya icabet etmemelerini, edememelerini anlayabilememekle beraber, en başından sonuna kadar programa maddî, manevî ve teknik destek verenler gönüllerimizin baş köşesine oturuverdi. Afişlerimizin dizaynı sadedinde yardımlarını esirgemeyen bir gönül dostumuz, ödemek istediğimiz bedeli ısrarla geri çevirirken söylediği şuydu: “Başka bir şey ya da başka birisi olsa para ile de yapmazdım, sizden ricam bana duâ ediniz!”
En başından sonuna kadar arkadaşlarımızın ve dernek yöneticilerimizin verdiği yetkiye istinaden programın sevk ve idaresinde bulunmamız hasebiyle öylesine hoş hadiselerle karşılaştık ki, malûm tabiri ile “Anlatılmaz, yaşanır” demek durumunda kalıyoruz. Program akşamı saat 18.00’de hastasını Ankara’ya götürecek bir kardeşimizin, başka bir yerdeki programından koşa koşa gelip ses düzenini ayarlamasını nasıl izah edersiniz? Program sonrası bir telefonumuzla koşa koşa gelen bir genç kardeşimizin ses düzenini toplamak sadedinde minicik gövdesinin üzerine koca koca kolonları yüklemesine ne dersiniz?
Bizi bilenler ve tanıyanlar hamaset edebiyatından hoşlanmadığımızı bilirler. Şuna itimat edile ki; yazdıklarımız yazmadıklarımızın yanında yüzde biri teşkil ediyor. Ve yine şuna itimat ediniz ki, Risâle-i Nur’u ya da Bediüzzaman’ı bilen bilmeyen herkes seferberlik halindeydi adeta Merzifon’da. Bunu şahsımızın beşerî münasebetleriyle, ya da şahsî hukukumuzla izah edemezsiniz. Adeta bir sevk-i İlâhî vardı Merzifon’da. Herkes bir yerden emir almış gibi vazifesine koşmuş ve emri bihakkın ifa etme yarışına girmişti. Üstadın “Merhaba”sı gönüllere akmış ve herkes bu rüzgârın içerisinde buluvermişti kendisini.
Program öncesi, iki hafta mahallî radyonun bir tanesinde Bediüzzaman ile ilgili yapılan programlar, yine başka bir mahallî radyoda 23 Mart’ta yapılan program bu rüzgârın farklı esintileri idi. Bir mahallî gazetemizin program sonrası baş sayfasına taşıdığı manşette yazdığı gibi; “MERZİFON’DA BEDİÜZZAMAN RÜZGÂRI ESTİ”
|
Av. İsmail ATMACA
11.04.2007
|
|
Birinciler önden gider
“Üç Mehmetler” adıyla tanınan ağabeylerimizden biri olan Mehmet Emin Birinci Ağabeyimizi kaybettik. Allah rahmet eylesin.
Mehmet Emin Ağabey’i ilk olarak, Üstadımızın diğer talebelerinin de katıldığı Konya’daki Bediüzzaman’ı Anma programında görme imkânı bulmuştum. Yüreğimiz, Nur talebelerinin ittihadının coşkusuyla çarpmıştı o günlerde. Cennetâsa baharlara bir adım daha yakınlaştığımızı hissetmiştim. “Üç Mehmetler”i bir arada görmemiz ise bu coşkumuzu arttırmıştı.
Konya Yeni Asya Vakfı’nda, Üstadımızın talebeleri, sırayla hitap etmişti dâvetlilere. Birinci Ağabey, konuşmasında namaza değinmiş ve namazı zamanında kılmak gerektiğini belirtmişti. Kendine has konuşması ve etkileyici ses tonuyla “Namazı ne zaman vaktinde kılacağız?” diye sormuş ve ardından “Kabirde mi?” diyerek devam etmişti. Kutlular Ağabeyimiz de, Birinci Ağabeyimizin bu davranışını, insanın takva dairesinden düşerse fetva dairesine düşeceğini; ama fetva dairesinden düşerse haramlara gireceğini anlatarak açıklamış ve takva dairesinde bulunmanın önemini vurgulamıştı.
Birinci Ağabeyimiz, konuşma sırası kendisine geldiğinde yerinden kaybolmuştu. Daha sonra, namaza gittiğini öğrenmiştik. İkindi namazını kılmaya gitmiş. Bu hasleti bizleri çok etkilemişti. Rabbinin huzuruna mü’minin mi'racı olan namazla çıkmayı her şeye tercih ettiğini gösteriyordu bu haslet-i memduhası. Masivayı terk etmişti Rabbi için. Ahirzaman evliyalarından... Cihad-ı ekber olan nefisle cihada en güzel bir örnek...
Etrafında halelenip, hizmetin, fedakârlığın, feragatın mücessemleşmesini seyretmiştik. Hizmetle geçen bir ömür, her şeyi anlatıyordu bize, en büyük ders hâl dili idi. Ama yine de o bir şeyler anlatmıştı bize. Üstadımızın “100 Üstad’dan ders aldım” deyişini aktarmış ve bunu Üstadın sineğin nezafetinden örnek aldığını anlattığı yeri okuyuncaya kadar anlamadığını ifade etmişti.
O, hizmette önde olduğu gibi kabir âlemine de önden gitmişti. ‘Birinci’ler önden giderdi.
Birinci Ağabeyimizi kaybedince bu kudsî iman hizmetinin ne bahtiyarlar yetiştirdiğini bir kez daha hatırladım. Saff-ı evveller hizmet için serden geçtiler, bizlere en güzel örnek oldular. Allah, bizlere de onlara lâyık olmayı ve onlara benzemeyi nasip eylesin.
Sen vazifeni yapmanın süruruyla Rabbinin huzuruna çıkarken, Peygamberine (asm) ve Üstadına kavuşurken, biz de hizmet-i Kur’ân’da bize düşen vazifeyi en iyi şekilde yapmaya çalışacak ve senin gibi göçeceğiz bu âlemden bir gün. Bekle bizi Mehmed Emin Ağabey!
|
Zübeyir ERGENEKON
11.04.2007
|