...Ve Nisan’da hazan yağmuru
- 9 -
Bediüzzaman Hazretleri bir gün Zübeyir Gündüzalp’i odasına çağırarak, “Zübeyir, benden önce mi, yoksa sonra mı ölmek istersin?” diye sormuştu.
Gündüzalp şöyle cevap vermişti:
“Üstadım, siz olmadan dünyada yaşayamam, sizden önce ölmek isterim.”
Bediüzzaman bunun üzerine, “Yaa, öyle mi? Erkenden kabre yatıp rahat etmek istiyorsun! Hayır, benden sonraya kalacak ve çile çekeceksin!” demişti.
Odası ilâç doluydu
Mehmet Emin Birinci anlatıyor:
Zübeyir Ağabey bedenen sağlıklı bir insan değildi. Zübeyir Ağabey, hastalıklarını kimseye söylemiyordu. Kendi kendine yaptığı ilâçlarla idare ederdi. Şafi-i Hakikî onu muhafaza ediyordu.
Dr. Macit Türkmenoğlu ve Dr. Mehmet Akay ne kadar ısrar ettilerse de, bir tek defa hastahaneye götüremediler.
Bu arkadaşlar benim yanımda Zübeyir Ağabeye ne kadar yalvarırlardı:
“Ağabey ne olur bir defa götürelim” derlerdi.
Zübeyir Ağabey de, “Kaç gün kalacağım?” diye sorardı.
Onlar da, “Ağabey, on beş gün yeter” derler, şu cevabı alırlardı:
“Kardeşim bir gün olsaydı, belki olurdu; ama on beş gün duramam.”
Kirazlı Mescit’teki odasına girdiğiniz zaman odanın arkasında bir dolabı vardı. O dolap ilâç dolu idi. Dolabın üstü de tavana kadar ilâç kutuları ile dolu idi. Kendisi hal lisanı ile şunu söylerdi:
“Kardeşim işte ben bu ilâçlarla yaşıyorum.”
(...)
Sekeratta, nesillere ağlayan şefkat abidesi
Eyüp Ekmekçi anlatıyor:
Zübeyir Ağabeyle yıllarca birlikteydim. Sürekli rahatsızdı. Vefat gününde de Kirazlı Mescit’teki odasında yanındaydım. O gün yine rahatsızdı, fakat ben her zamanki durumuna bağladım.
Cuma sabahıydı; baktım Zübeyir Ağabeyin nefes alıp vermesinde bir farklılık oldu. Sık sık nefes alınca bir anda korkmaya başladım. O anda Tahirî Ağabeyi çağırmak aklıma geldi. İstanbul’da kalıyordu, ama o günlerde Atabey’e gitmişti.
Vefatından yaklaşık bir iki saat önce idi. Kısık sesi ile bir şeyler anlatmaya başlayınca, durumun tamamen farklılaştığını anladım. Zübeyir Ağabeyin heyecanına her zaman şahit olan birisiydim. Ama bu sefer durum farklıydı. Ağzına doğru iyice eğildim, anlattıklarını anlamaya çalıştım, ama fazla anlayamadım.
İyice telâşlanmaya başladım, ne yapacağıma karar veremeyince hemen Bekir Ağabeyin yazıhanesine telefon ederek Fırıncı Ağabeyi çağırdım. Fırıncı Ağabey geldi. Sonra Dr. Sadullah Ağabeyi çağırdık. Sadullah Ağabey son anlarına yetişti.
Zübeyir Ağabey hâlâ bir şeyler anlatmaya devam ediyordu.
Bu sefer Fırıncı Ağabey eğilip dinlemeye başladı. Fırıncı Ağabey o zaman bana yedi-sekiz isim duyduğunu söylemişti. Bazı kişilerden bahsettiği kesindi, ama kimden bahsettiğini tam ayırt edemiyorduk.
“Ahmet Emin” ismini iyi hatırlıyorum. Bir de Tevruz Apartmanı sahibinin “Ahmet Kudret” adında bir oğlu vardı. Kendisi ile ilgilenmiştik. İyi yetişmeye başlamıştı. Ama bir anda irtibatımız kopmuştu. Son konuşmasında, “Onunla ilgilen” mânâsında bir şeyler söylediğini hatırlıyorum.
…Ve Nisan’da hazan yağmuru
Zübeyir Gündüzalp, başında Mehmet Fırıncı, Eyüp Ekmekçi ve Dr. Sadullah Nutku’nun olduğu 2 Nisan 1971 Cuma günü ruhunu Allah’a teslim etmişti.
Ahirzaman Müceddidinin hizmetkârı, Zemzem suyu içerek dâr-ı bekaya irtihal etmişti.
Dr. Sadullah Nutku, son nefesinde başında ağlayarak Zemzem suyu içirmişti.
Nutku, “Tıbben su içmesi mümkün değildi, ama verdiğim Zemzem suyunun hepsini içti, öyle vefat etti” demişti.
Mehmet Fırıncı, o anda telefonla ilgili yerleri aramış ve ağlayarak, “Zübeyir Ağabeyi kaybettik” demişti.
Bütün ehl-i imanın ve Nur Talebelerinin gönlüne, Nisan ayında hazan yağmuru gibi düşmüştü, bu haber.
Kalpler hüzünlüydü. Said Nursî’nin “harim-i ismetindeki hizmetkârı ve sır kâtibi” emanetini hakikî sahibine teslim etmişti.
Üstad yadigârı ve ağabeyler ağabeyi, artık ruhunu Rahmana teslim etmişti.
Zübeyir Ağabeyin vefatı herkeste şok etkisi yapmıştı.
İhlâs kahramanı, sadakatın menbaı, sıddıklar serdarı ve fedailer şahı. Dünyadan göçmüştü artık.
Ayrılık acısı Hamdi Sağlamer’in kalemine şöyle yansımıştı:
Baharda hazan var, yazda kış olmuş.
Bülbüller neşesiz, gül kırış olmuş.
Sanki yaşamaktan bir bıkış olmuş.
Gönüller hüzünlü, dostlar kan ağlar,
Gündüz gece olmuş asuman ağlar,
Tullab-ı Nur ağlar, nevcivan ağlar.
Vefat haberi Türkiye’nin her tarafına bir anda ulaşmıştı.
Bütün Nur Talebeleri akın akın İstanbul’a gelmişti. Cenazenin başında binlerce Nur Talebesi, Kur’ân ve Cevşen okuyordu.
Mahşeri bir kalabalığın omuzlarında Fatih Camii’nin avlusuna götürülen cenaze, Osman Demirci Hocanın kıldırdığı namazdan sonra ebedî istirahatgâhı olan Eyüp Sultan Mezarlığına defnedilmişti.
—Son—
|