İnsanlar vardır; şöhret olmazlar.
Bir kısmı bunu hak eder, bir kısmı ise onun uzağından bile geçemezler.
“Kim bilecek, sessiz yaşadım” diyenler kazanmıştır.
Kendini beğenmek, kendine önem vermek, kendinden bahsetmek... Bugün insanoğlunun en fazla arzu ettiği şeylerdir.
Birinci insanlar vardır aramızda. Ne makamları, ne mevkîleri, ne de şöhretleri vardır. Yalnızlıkta hep nur aramışlardır.
Vazifede önde, ödülde arkada veya kaybolmuşlardır. “İhlâs” buna deniyordu. İstemeden, talep etmeden, teşekkür beklemeden, takdir ifadelerini arzu etmeden...
Tıpkı Yunus gibi:
“Bir ben vardır, benden içeru” der gibi olmak
Tıpkı bir mahremiyetin getirdiği sorumluluk gibi.
Zira kendine güvenmek, gurur ve kibir alâmetidir.
Enaniyet de öyle.
İşte bunu Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm şu şekilde dile getirmiştir:
“İnsanlar helâk olur, ancak bilenler kurtulur. Bilenler de helâk olur, ancak bildiği ile amel edenler kurtulur. Bildiği ile amel edenler de helâk olur, ancak ihlâslı olanlar kurtulur. İhlâslı olanlar da onu her an kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar.”
Kimsenin garantisi yok. Ancak birinciler hep gizlidir.
Geçtiğimiz hafta böyle bir insan aramızdan ayrıldı. Ölümü ne haber ajanslarında geçti ve ne de basında geniş yer aldı. Sadece birkaç gazetede küçük bir haber yer aldı. 1950’li yıllarda, “adam” mumla değil, projektör ile arandığı yıllarda Risâle-i Nurlara hayatını vakfeden bir ciddî insandı.
Bediüzzaman’ın yakın talebelerinden idi. Uzun yıllar neşriyat hizmetlerinde fedakârca görev aldı.
Bekârdı, gözlerini hayata yumduğunda “veraset ilâmı“ çıkaracak vârisleri yoktu.
Ama yaptığı hizmetler tarihe geçti. O Mehmet Emin Birinci idi.
12.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|