Maddeten küçük olduğuna bakarak insanı küçük görmemek lâzımdır. Onda küçük bir kâinat saklıdır. Bu özelliği için Bediüzzaman, “İnsan, küçük bir kâinat; kâinat ise büyük bir insandır” tanımlamasını yapar.
İnsanın mahiyetinde binlerce hissiyât ve duygular vardır. Ebede kadar uzanan emelleri, kâinatı kuşatan fikirleri ve ebedî saadetlerin her çeşidine yayılmış arzu ve istekleri vardır. Bu hâliyle beraber kâinatın hadsiz fezâsında, küçük bir gezegen üzerinde dolanıp durmaktadır. O hadsiz arzu ve taleplerine cevap verip yerine getirecek, ancak Ezel ve Ebed Sultanı olan Allah’tır (cc). Ondan başkası ona sığınak ve kurtarıcı olamaz ve ihtiyaçlarını karşılayamaz.
Cenâb-ı Hakkın insanın mahiyetine koyduğu binlerce duygudan biri de şefkat hissidir. Şefkat, sevgi hissinden de öte çok yüksek bir duygudur. Üstadın ifâde ettiği gibi; insan şefkat ettiği evlâdı münasebetiyle, bütün yavrulara hatta bütün canlılara şefkatini yayar. Böylece, Allah’ın Rahîm ismine aynalık eder. Sevginin en şiddetli mertebesi olan aşk ise, nazarını sadece sevgilisine odaklayıp, her şeyi sevdiğine fedâ eder. Sevgilisini yüceltmek için başkalarını dolaylı bir şekilde kötüler. “Güneş sevgilimin güzelliğini görüp utanıyor; görmemek için, bulut perdesini başına çekiyor” diyen şâirin güneşe yaptığı haksızlık gibi.
Karşılık beklemeden gösterilen şefkat duygusu bütün annelerde vardır. Hatta, hayvanî vâlidelerde de insanı hayrette bırakacak derecede vardır. Vahşi hayvanların ve canavarların bile yavrularına karşı gösterdikleri fedâkârâne halleri buna delildir. Aşk hissinde ise, karşılık beklemek arzusu bulunur. Karşılık göremezse sevdiğinin güzelliğini inkâra kadar gidebilir. Üstadın verdiği misâlde olduğu gibi, “Bir zaman bir dünya güzeli, bir âşıkını huzurundan çıkarıyor. O adamdaki aşk, birden adâvete dönüyor ve diyor ki: ‘Tuh, ne kadar çirkindir!’ diyerek, kendine teselli vermek için cemâlinden küsüyor, cemâlini inkâr ediyor.”
Şefkat yolu, rahmet yoludur. Cenâb-ı Hakkın, Rahman ve Rahim isimlerine ulaşmaya bir vesiledir. Şefkat duygusunun en yükseği ise, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed’dedir (asm). Dünyaya yeni geldiği zaman “Ümmetî, Ümmetî” diyen o büyük peygamber, mahşer günü herkesin ve bütün enbiyaların bile kendi nefsinin derdine düştüğü ve “Nefsî, nefsî” dediği bir zamanda, yine “Ümmetî, ümmetî” diyerek en yüksek bir şefkatle ümmetini düşünecek ve şefaat-ı uzmasıyla bütün mü’minlere şefaat edecektir.
Dünya hayatındayken, insanları hakka, hakikate, imana ve hidayete dâvet ederken yaptıkları eziyet karşısında “Ya Rabbi! Sen bu insanlara hidayet nasip et! Çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar” diyerek, onlara duâ ediyordu. Tâif’e azatlı kölesi Hz. Zeyd ile birlikte gittiklerinde, ileri gelenler onları çocuklara taşlattılar. Zorlukla ellerinden kurtulup bir bağa sığındıkları zaman, Cebrail (as) ona göründü ve “Ya Resûllallah! Allah, sana şu dağlar meleğini gönderdi. Eğer istersen, o melek şu iki dağı bu âsi kavmin üstüne yıkıverecek.” O dedi: “Ben, âlemlere rahmet olsun diye gönderilmiş bir peygamberim. Onlara bedduâ edemem.” Arkasından ellerini açtı ve “Ey Rabbim! Sen kavmimi bağışla. Onların neslinden İslâm dinine sahip çıkacak bahadır insanlar yetiştir” diye duâ etti. O çok affedici, çok bağışlayıcı ve çok şefkatli bir peygamberdi. İslâmı tebliğ ederken kendisine eziyet edenlere “Siz, var gücünüzle kelebekler gibi kendinizi ateşe atıyorsunuz. Ben ise, eteğinizden tutup sizi kurtarmaya çalışıyorum. Fakat, siz beni reddediyorsunuz” diye hâlini tasvir ediyordu.
Bütün geçmiş mücedditler ve kutuplar gibi, son çağın sahibi ve müceddidi olan Bediüzzaman Hazretleri de öyle değil miydi? O, “Cemiyetin iman selâmeti yolunda bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Kur’ân yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem. Orası da bana zindan olur. Eğer, milletimin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü, vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur” demiyor muydu?
Büyük insanların hâli hep böyleydi. Şefkat ve acıma hissi onlarda en zirve noktadaydı. Başkaları için kendilerini fedâ etmek, bizim gibi insanların anlayabileceği bir hal değildi. Bu yüzden Hazret-i Ebûbekir (ra) “Ya Rabbi! Cehennemde benim vücudumu öyle büyüt, öyle büyüt ki, ehl-i imana yer kalmasın” demişti.
Aynı dinin mensupları olan biz de, aynı şefkat ve merhamet hisleriyle topluma yaklaşmalı ve bir kişinin hidayetine vesile olmayı, dünya ile değişilmeyecek bir hazine bilmeliyiz. Bunun için de, iman hakikatlerinin kaynağı olan Nur Risâlelerini, kitap takip ederek her gün düzenli olarak okumalı ve aldığımız feyz ve ilmi, toplum fertleriyle paylaşmalıyız. Gayret bizden, netice ise Allah’tandır.
Not: Bediüzzaman Hazretlerinin yakın talebelerinden muhterem ağabeyim M. Emin Birinci’ye ve Ziya Öztenekeci'nin babası Asaf Öztenekeci'ye Allah'tan rahmet diler, yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ederim. (S.C.)
11.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|