Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Nisan 2007
Mehmet Fırıncı ve Mehmet Kutlular ; Mehmet Emin Birinci'yi anlattı...indirmek ve dinlemek için tıklayınız

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Ali FERŞADOĞLU

Kâinat, Allah’ın isimlerinin tecellîsidir



Yolunu şaşırmış felsefe, kâinatı Allah’ın bir parçası gibi telâkkî ediyor. Bu son derece yanlıştır. Ne yazık ki, iman zaafı içinde bocalayanlar da felsefenin etkisinde kalmış. Bu arada, bazı mutasavvıflar da, Allah’ın varlık ve birliğini öyle değerlendirmişler ki, “Varlık yok, yalnız O var!” diyerek kâinatı hiçe atmışlar. Yanlış anlamalara yol açabilen ve düşük bir mertebe olan bu Vahdet-i Vücûd anlayışı, Anadolu’da da kısmen taraftar bulan Melâmîlik, Bektaşîlik, Hurûfilik gibi müfrit “vücudiyetçi” cereyanların doğmasına sebep oldu... Diğer taraftan, her şeyi inkâr eden sofistler de bu meslekten kuvvet bulabilir. Çünkü, onlar da, “Hepimiz ve her şey hayalden ibarettir, hiçbirimiz gerçek değiliz” iddiasındalar.

Kur’ân, “Kâinatı yoktan yaratan Allah’tır” diyor ve herbirini kendi varlığına ve birliğine delil gösteriyor. Mükevvenât ve yaratılış ile ilgili daha yüzlerce âyet sârih bir şekilde, varlıklardan Allah’ın eserleri olarak bahsetmekte ve dikkatleri onlara çekmektedir. Ve akıl sahiplerinin bu mevcutları “varlık, yaratılmış eser” olarak kabul etmeleri ve mahlûktan “Hâlık”a, eserden “Müessire”, san'attan “Sani”e varmaları istenir. Dolayısıyla âlemler, Allah’tan ayrıdır ve Onun izniyle gerçek mevcudiyetleri vardır. Onun isim, sıfat ve fiilleri âlemlerde tecellî eder, yani, binlerce perdelerden geçerek yansır. Kur’ân ve Sünet’in, dolayısıyla sahâbe, tâbiîn ve müçtehid imamların görüşünü benimseyen Bediüzzaman, “Eşyanın/varlığın hakikati sabit ve gerçektir” diyerek, onların hayal ve vehimden ibâret olmadığını; ancak eşyanın Allah’a nisbetle hakikî bir vücud-u hâricî (hariçte bir vücudu) olmayıp kararsız bir gölge olduklarını söyler.1

Vahdet, birlik; Vahdet-i Vücûd, Allah’ın birliği demektir. Bu kesret-i eşya, onun birliğinden gelmektedir. Vahdetü’l-vücudcuların dedikleri gibi mevcudât evham ve hayalât değil. Görünen eşya dahi Cenâb-ı Hakk’ın eseridir. “Heme ost” değil, “Heme ezost”tur. Yani, O değil, ama, Ondandır. Bu, tıpkı, güneş ışıklarını yansıtan her parlak şeyin, güneşin tâ kendisi olduğunu iddia etmesi gibidir. Evet, o cisimler ışığı güneşten almaktadır, ama güneş değiller! Kâinatı yaratan, idâre ve sevk eden Hâlık ve Kadîr-i Mutlak olan Allah’tır. Onun binbir ismi kâinatta tecellî etmektedir. Yoksa, kendisi değildir.

Varlıkların sabit birer hakikati vardır. Ancak, “Onun benzeri hiçbir şey yoktur.”2 Onun varlıklarla ilgisi yalnızca hallâkıyettir ve sıfatlarının tecellisidir.3 Allah, Vacibü’l-Vücud’dur. Yani, varlığı, bir başkasının varlığına bağlı değildir. Öyle olsa, zaten Yaratan olmazdı, yaratılan olurdu. Dolayısıyla Allah Yaratıcı, “kâinat” da Allah’ın bir san'atıdır, Sani’ olamaz, bir kanundur, kanun koyucu olmaz! İşte tasavvuf mesleğinde seviye kazananlar, “Lâ mevcûde illâ Hû” derken; “Sonsuz güce ve nihayetsiz isim ve sıfatlara sahip olan Cenâb-ı Hak’kın, hikmet, kudret ve azameti karşısında, bu tecelli ve sıfatların ehemmiyeti yoktur” demek istemişlerdir. Nasıl ki, bir aşığın gözünde, “mal, mülk, servet, makam, istikbâl” hiçbir önem taşımaz; gözü, “sevgiliden” başkasını görmez. İşte, “Lâ mevcude illâ hu!” diyenler yalnız Onun varlığını, yaratılanların hiçliğini ifade etmek istemişlerdir. Şöyle ki:

O bütün isim ve sıfatlarıyla sonsuzdur. Matematik penceresinden bakarsak, sonsuz sayıya 900 katrilyon veya bunun kat katı rakamlar ilâve etseniz veya çıkarsanız, hiçbir şey değişmez. Çünkü, sonsuzun yanında, rakam ne kadar büyük veya küçük olursa olsun fark etmez. Şöyle düşünelim: Bir buğday danesi, insana göre nedir, hiç! Peki, dünyaya göre büyüklüğü nedir? Yine hiç! Gezegenlere, samanyollarına, galaksilere, nebulalar ve bütün kâinata göre, hiçin hiçidir! İşte, sonsuzun yanında kâinat bir buğday dânesi bile değildir! İşte, ehl-i istiğrak ve sofiye “Varlık yok, yalnız Allah var!” derken bunu anlatmak istemişlerdir.

Dipnot:

1- Mesnevî-i Nûriye, s. 117-118; Mektûbât, s. 55-56.; 2- Kur’ân, Şûrâ, 11.; 3- Mektûbât, s. 84.

11.04.2007

E-Posta: [email protected] [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (20.02.2007) - Birinci Ağabey ziyaretten ziyade duâya muhtaç

  (18.02.2007) - Sevk-i İlâhî delili

  (17.02.2007) - San’at ve temizlik delillerinden Allah'a

  (16.02.2007) - Sîmâlar delili

  (15.02.2007) - Gaye ve hikmet delilinden Yaratıcıya

  (14.02.2007) - Yardımlaşma delili

  (13.02.2007) - Düzen ve denge delili

  (11.02.2007) - İllet/sebep, terkip ve hareket delilleri

  (09.02.2007) - Yaratılış, sebep- sonuç ve hudûs delili

  (08.02.2007) - Tevhidin aklî delili: İmkân

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004