12 Eylül ihtilâlinin yadigârı olan mevcut anayasa yürürlükte kaldıkça, Türkiye’nin siyasî sıkıntılarını aşmasının kolay olmayacağı artık daha iyi görülüyor. İhtilâl anayasası, ihtilâli yapanları koruma ve kollama altına aldığı için, bugüne kadar ‘hesap’ sorulamadı.
Son günlerde gündemi meşgul eden ‘ihtilâl planları’yla ilgili gelişmeler de, bir şekilde anayasa ile ilgili. Çünkü, ihtilâl yapıp ‘başarılı’ olanlara hesap sorulmaması, yeni ihtilâlleri planlayanlara da imkân, fırsat ve cesaret veriyor.
Nüfusu az olduğu için ‘küçük’ görmeye alıştığımız komşumuz Yunanistan bile, ihtilâlcileri yargıladı ve mahkûm etti. Türkiye ise, ihtilâl yapanlara şimdiye kadar hesap soramadı. AB yolunda ilerleyen bir ülkenin, ihtilâllerle önünü kesenlere hesap soramamış olması ayrı bir tartışma konusu.
İhtilâlcilere kanun önünde hesap sorulamamış olmakla birlikte, bir konuda mutabakat sağlanmış diyebiliriz: İhtilâle imza atanlar da ‘ihtilâl’lerin Türkiye’ye bir şey kazandırmadığı, aksine ‘zarar’ verdiğini itiraf ve ifade ediyorlar. Yine medyaya yansıyan son tartışmalarda, bazı ‘etkili’ kişilerin; ihtilâllerle bir şeyin halledilmediğini söyleyerek ‘ihtilâl planları’na karşı çıktıklarını okuduk.
İhtilâlciler bunu ifade ve itiraf ediyorlar, ancak bazı ‘aydın’lar hâlâ ihtilalcileri ve onların bakiyesi olan mevcut anayasayı savunmaktan geri kalmıyor. Vatan’da yazan İstanbul Milletvekili Zülfü Livaneli, “Yeni Türk Sözlüğü” başlığı altında bazı kelimelerin ‘farklı’ anlamlandırılmasını eleştirmiş. Livane’linin şikâyet ettiği ve garip karşıladığı ‘anlamlandırma’ların bir kısmı şöyle: “Türban: Kadının özgürleşmesi, (...) Anayasa: Temel ilkeleri değişmek zorunda olan küçük bir kitap.” (Vatan, 8 Nisan 2007)
Livaneli, eleştirdiği ‘sözlük’e başka örnekler de vermiş. Ancak, ‘türban’ dediği başörtüsü konusunda ‘kadının özgürleşmesi’ne itiraz ettiğine göre; ‘kadının esaret altına alınması’ denilmesini mi istiyor? ‘1982 ihtilâli’nin ürünü olan mevcut anayasanın değişmesini istemeyi niçin eleştiriyor? Nihayetinde bu anayasanın değişmesi gerektiğini çok farklı dünya görüşlerine mensup ‘aydın’lar dile getirmiyor mu?
Mevcut anayasa, Türkiye ve dünya gerçekleriyle örtüşmüyor. Dolayısı ile bir an önce değişmeli ve daha demokrat, daha hürriyetçi, daha ‘sivil’ bir anayasa hazırlanmalıdır. Anayasanın değişmesini istemek değil, mevcut haliyle kalmasını istemek garip karşılanmalı...
***
Daha fazla hürriyet...
Cumhurbaşkanı seçimi yaklaştıkça ‘sürpriz’ değerlendirmeler yapıldığına şahit olunuyor. Mehmet Şevket Eygi, 30 Mart 2007 tarihli yazısında, “Nasıl bir cumhurbaşkanı?” sorusuna cevap vermiş ve özetle “Dindar olmayacak; ama din, inanç, inandığı gibi yaşamak, düşünce hürriyetine taraftar olacak. (...)” demişti.
Bu tesbitine itiraz eden okuyucuları olmuş olacak ki, 8 Nisan 2007 tarihli yazısında yeni bir değerlendirme daha yapıp şöyle yazmış: “Bizim için önemli olan namaz kılan, eşinin başı örtülü olan bir zatın Çankaya’ya çıkması değil; demokratik temel insan haklarının Müslüman çoğunluğa da yüzde yüz tanınması, gerçek bir din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyetinin sağlanmasıdır. (...) Daha fazla gerçek cumhuriyet, daha fazla adalet, daha fazla güven, daha fazla eşitlik, daha fazla insan hakları, daha fazla demokrasi istiyorum. Kendi ülkemde korkusuz ve hür yaşamak istiyorum.” (Milli Gazete, 8 Nisan 2007)
Keşke bu talepler, hiç değilse 30 yıldan beri dile getirilseydi...
11.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|