Eğitim sistemi yoluyla hepimize ‘dikte’ edilen ve ‘tartışılmaz doğru’ olarak sunulan bazı konular var ki, bunların ‘modern hurafe’ olduğu artık ‘uzman’larca da ifade edilmeye başlandı.
“Tartışılmaz doğru” olarak sunulan konulardan biri de; Türkiye’de yaşayan herkesin, milletin eskiden (Osmanlı Devleti döneminde) ‘ümmetçi/kul’ olduğu, cumhuriyetin ilânıyla bu durumun ‘ulusçuluk’ yönünde değiştiği kabulüdür. Bu ve benzer beyanları hemen her gün duymakta ve okumaktayız. Bilhassa ‘ilköğretim haftası’ gibi ‘önemli gün’lerde bu sözleri, beyanları çok duyarız. Çocuklarımız da bu bilgileri duyarak büyüyor.
Tabiî bu beyanlar da ‘ümmetçilik’ kötü, ‘ulusçuluk’ ‘iyi’yi temsil ettiği kabulüne dayanıyor. Peki öyle mi? Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, bir yazısında bu konuyu yorumlamış ve “Ben bundan o kadar emin değilim” diyerek şöyle yazmış: “Bir kere, çocukluğumuzdan beri hep bu paradigma içinde yetiştiğimiz ve öyle endoktrine edildiğimiz için, ulusun ve ulusçuluğun insanlık tarihinde bir ilerlemeye tekabül ettiğini ve onun tarihin kaçınılmaz bir yasası olduğunu sanıyoruz. Oysa, bir politik aidiyet tanımı olan ‘ulus’ da modernliğin şartlarına bağlı olarak ortaya çıkmış ve dolayısıyla—aynen ‘ümmet’ gibi—tarihsel olarak zorunlu olmayan, arızî bir kollektif kimliktir. Onun için, onların birini diğerine tercih etmek için moral bakımdan hiç bir neden yoktur. Çoğu yerde devlet eliyle inşâ edilmiş olan ‘ulus’ dediğimiz kimliğin ‘ileri’ bir şey olduğu zannı ise modern bir hurafedir.” (Star, 15 Şubat 2007)
“Kulluktan yurttaşlığa geçme” konusunu da yorumlayan Erdoğan şöyle devam etmiş: “Bu iddianın da olgusal doğruluğu çok şüphelidir. İki bakımdan. Her şeyden önce, Cumhuriyet’in Osmanlı’dan devraldığı insan unsurunu toptan ‘kul’ olarak görmek ya bilgisizlik göstergesidir, ya da gerçeği bile bile çarpıtmaktır. (...) Kaldı ki, Cumhuriyet’in kuruluşuna tekaddüm eden dönemde Osmanlı’da kamu hayatı ve siyaset çok değişmişti. Osmanlı Tanzimat’tan itibaren yurttaşlık anlayışına geçmeye başlamıştı. Padişahlar da—öyle çocuk kandırırcasına sık sık tekrarlandığı gibi—‘astığı astık kestiği kestik’ mutlak hükümdarlar olmaktan çoktan çıkmıştı. Son dönem padişahları öyle kimseyi kul yapacak veya kul olarak tutacak halde değillerdi.”
Peki, Cumhuriyet dönemiyle birlikte ‘yurttaşlık’a geçebildik mi? Bu sorunun cevabı da pek iç açıcı değil: “Cumhuriyet’le birlikte öyle birdenbire ‘yurttaşlık’a geçmedik. Kaldı ki, Cumhuriyet’in tek partili yıllarında yurttaşlık idealinin bir gerçek haline dönüşmüş olduğu da söylenemez. Gayrımüslim azınlıkların ‘ikinci sınıf’ statüsünü bir yana bırakalım, bu dönemde Müslüman çoğunluk bile politik iktidarın kurucu unsuru olmak şöyle dursun, iktidara katılan konumunda bile değildi. Onlardan iktidar karşısında beklenen esas olarak itaat etmek, yani pasif kalmaktı. Tek parti dönemine hâkim olan anlayış ve uygulama halkın kendisine vesayet eden devlet elitlerine kayıtsız şartsız boyun eğmesiydi.”
Konuştukça ve yazdıkça daha pek çok ‘modern hurafe’lerle karşılaşabiliriz. Uzun yıllar millet ‘hurafe’lerle uyutulmaya çalışıldı. Bari çocuklarımız benzeri ‘modern hurafe’lerle büyütülmesin!
17.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|